Ve Nakkaş-ı Ezelîsinin şuûnatını okuyor ve fiillerini yazıyor. Bu cezâlet-i beyâniyeyi görmek istersen, hüşyar ve müdakkik bir kalb ile, Sûre-i Amme ve i162
Âyetleri gibi fermanları dinle!..
ON İKİNCİ NOTA: Ey bu Notaları dinleyen dostlarım! Biliniz ki; ben hilaf-ı âdet olarak, gizlemesi lâzım gelen Rabbime karşı kalbimin tazarru ve niyaz ve münacâtını ba’zan yazdığımın sebebi; ölüm, dilimi susturduğu zamanlarda, dilime bedel kitabımın söylemesinin kabulünü Rahmet-i İlâhîyyeden rica etmektir. Evet kısa bir ömürde, hadsiz günahları-ma keffaret olacak, muvakkat lîsanımın tevbe ve nedametleri kâfi gelmiyor. Sâbit ve bir derece dâim olan kitabın lîsanı daha ziyâde o işe yarar. İşte on üç sene (Haşiye) evvel, dağdağalı bir fırtına-i ruhiye neticesinde, Eski Said’in gülmeleri, Yeni Said’in ağlamalarına inkılâb edeceği hengâmda; gençliğin gaflet uykusundan ihtiyarlık sabahiyle uyandığım bir anda, şu münacât ve niyaz Arabî yazılmıştır. Bir kısmının Türkçe meâli şudur ki:
Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! Benim sû-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zâyi olup gitti. Ve o ömür ve gençliğin meyvelerinden elimde kalan, elem verici günahlar, zillet verici elemler, dalâlet verici ves-veseler kalmıştır. Ve bu ağır yük ve hastalıklı kalb ve hacâletli yüzümle kabre yakınlaşıyorum. Bilmüşahede göre göre gâyet sür’atle, sağa ve sola inhiraf etmeyerek, ihtiyarsız bir tarzda, vefat eden ahbab ve akran ve akaribim gibi kabir kapısına yanaşıyorum. O kabir, bu dâr-ı fâniden firak-ı ebedî ile ebedü’l-âbâd yolunda kurulmuş, açılmış evvelki menzil ve birinci kapıdır. Ve bu bağlandığım ve meftun olduğum şu dâr-ı dünya da, kat’i bir yakîn ile anladım ki; hâliktir gider ve fânidir ölür. Ve bilmüşahede içindeki mevcûdât dahi, birbiri arkasından kafile kafile göçüp gider, kay-bolur. Husûsan benim gibi nefs-i emmâreyi taşıyanlara şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.
Ey Rabb-i Rahîmim ve ey Hâlık-ı Kerîmim! sırriyle ben şimdiden görüyorum ki: Yakın bir zamanda ben kefenimi giydim, tabutuma bindim, dostlarımla veda eyledim. Kabrime teveccüh edip giderken, senin dergâh-ı rahmetinde, cenazemin lîsan-ı haliyle, ru-humun lîsan-ı kaliyle bağırarak derim: El-amân el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın hacâletinden kurtar! İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üze-rine durdum.
--------------------------------------(Hâşiye): Bu Risâlenin te’lifinden on üç sene evvel.