Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 234
(222-267)

Ve ihtiyarlığıma memnun oldum ve gençliğin gitmesinden mesrur oldum. Siz de ağlamayınız ve şükrediniz. Mâdem îman var ve hakîkat böyledir; ehl-i gaflet ağlasın, ehl-i dalâlet ağlasın...

DOKUZUNCU RİCA: Harb-i Umûmîde esaretle, Rusya’nın şark-ı şimalîsinden, çok uzak olan Kosturma vilayetinde bulunuyordum. Orada tatarların küçük bir câmisi, meşhur Volga Nehri’nin kenarında bulunuyordu. Oradaki arkadaşlarım olan esir zabitler içinde sıkılıyordum. Yalnızlık istedim; dışarıda izinsiz gezemiyordum. Tatar mahallesi, kefaletle beni o Volga Nehri’nin kenarındaki küçük câmiye aldılar. Ben yalnız olarak câmide yatıyordum. Bahar da yakın. O şimal kıt’asının pek çok uzun gecelerinde çok uyanık kalıyordum. O karanlık gecelerde ve karanlıklı gurbette, Volga Nehri’nin hazin şırıltıları ve yağmurun rikkatli şıpıltıları ve rüzgârın firkatli esmesi, beni derin gaflet uykusundan muvakkaten uyandırdı. Gerçi daha kendimi ihtiyar bilmiyordum... fakat Harb-i Umûmî’yi gören ihtiyardır. Güya i236 sırrına mazhar olarak, öyle günlerdir ki; çocukları ihtiyarlandırdığı cihetle, kırk yaşında iken, kendimi seksen yaşında bir vaziyette buldum. O karanlıklı uzun gece ve hazin gurbet ve hazin vaziyet içinde hayattan ve vatandan bir me’yusiyet geldi. Aczime, yalnızlığıma baktım, ümidim kesildi. O hâlette iken Kur’ân-ı Hakîm’den imdâd geldi; dilim

dedi, kalbim de ağlayarak dedi:

Ruhum dahi vatanımdaki eski dostları düşünüp o gurbette vefatımı tahayyül ederek, Niyazi-i Mısrî gibi dedim:


Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp,
Şevk ile her dem uçup, çağırırım dost, dost!

diye, dostları arıyordu. Her ne ise... O hüzünlü, rikkatli, firkatli uzun gurbet gecesinde, Dergâh-ı İlâhîde zaaf ve aczim o kadar büyük bir şefaatçı ve vesîle oldu ki, şimdi de hayretteyim. Çünkü; birkaç gün sonra, gâyet hilâf-ı me’mul bir sûrette, yayan gidilse bir senelik mesafede, tek başımla Rusça bilmediğim halde firar ettim. Zaaf ve aczime binâen gelen İnâyet-i İlâhîyye ile harika bir sûrette kurtuldum.

Səs yoxdur