Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 237
(222-267)

Nasılki bu odadan çıkacağım, bir gün de İstanbul’dan da çıkacağım, diğer bir gün de dünyadan çıkacağım.

İşte bu hâlette, gâyet rikkatli ve firkatli elemli bir hüzün ve gam kalbime, başıma çöktü. Çünkü; ben yalnız bir iki dostu kaybetmiyorum, İstanbul’da binler sevdiğim dostlarımdan müfarakat gibi, çok sevdiğim İstanbul’dan da ayrılacağım. Dünyada yüz binler dostlarımdan iftirak gibi, çok sevdiğim ve mübtela olduğum o güzel dünyadan da ayrılacağım, diye düşünürken, yine kabristanın o yüksek yerine gittim. Arasıra sinemayaibret için gittiğimden; bana, İstanbul içindeki insanlar, o dakikada sinemada geçmiş zamanın gölgelerini hâzır zamana getirmek cihetiyle, ölmüş olanları ayakta gezer sûretinde gösterdikleri gibi aynen ben de o vakit gördüğüm insanları, ayakta gezen cenazeler vaziyetinde gördüm. Hayalim dedi ki: “Mâdem bu kabristanda olanlardan bir kısmı sinemada gezer gibi görülüyor... ileride kat’iyyen bu kabristana girecekleri, girmiş gibi gör; onlar da cenazelerdir, geziyorlar.” Birden Kur’ân-ı Hakîmin nuriyle ve Gavs-ı Âzam Şeyh-i Geylânî Hazretlerinin irşadıyla, o hazin hâlet, sürurlu ve neş’eli bir vaziyete inkılâb etti.

Şöyle ki; o hazin hâle karşı Kur’ân’dan gelen nur böyle ihtar etti ki; senin, Şimal-i Şarkîde, Kosturma’daki gurbetinde bir iki esir zabit dostun vardı. Bu dostların her halde İstanbul’a gideceklerini biliyordun. Sana birisi dese idi: “Sen İstanbul’a mı gideceksin, yoksa burada mı kalacaksın?” Elbette zerre mikdar aklın varsa, İstanbul’a ferah ve sürurla gitmesini kabul edecektin. Çünkü bin birden dokuz yüz doksan dokuz ahbabın İstanbul’dadırlar. Burada bir iki tane kalmış, onlar da oraya gidecekler. Senin için İstanbul’a gitmek; hazin bir firak, elîm bir iftirak değil. Hem de geldin, memnun olmadın mı? O düşman memleketindeki pek karanlık uzun gecelerinden ve pek soğuk fırtına kışlarından kurtuldun. Bu güzel (dünya Cenneti gibi) İstanbul’a geldin. Aynen öyle de; senin küçüklüğünden bu yaşına kadar, sevdiklerinden yüzde doksan dokuzu sana dehşet veren kabristana göçmüşler. Bu dünyada kalan bir iki dostun var; onlar da oraya gidecekler.. Dünyada vefatın firak değil, visaldir; o ahbablara kavuşmaktır. Onlar, yâni o ervah-ı bakiye, eskimiş yuvalarını toprak altında bırakıp bir kısmı yıldızlarda, bir kısmı âlem-i berzah tabakatında geziyorlar diye ihtar edildi. Evet, bu hakîkatı Kur’ân ve îman o derece kat’i bir sûrette isbat etmiştir ki; bütün bütün kalbsiz, ruhsuz olmazsa veyahud dalâlet kalbini boğmamış ise, görüyor gibi inanmak gerektir. Çünkü; bu dünyayı hadsiz envâ-ı lütuf ve ihsanıyla böyle tezyin edip mükrimane ve şefikane rubûbiyetini gösteren ve tohumlar gibi en ehemmiyetsiz cüz’î şeyleri dahi muhafaza eden bir Sâni-i Kerîm ve Rahîm; masnuatı içinde en mükemmel ve en câmi, en ehemiyetli ve en çok sevdiği masnu olan insanı, elbette ve bilbedahe sûreten göründüğü gibi böyle merhametsiz, âkibetsiz idam etmez, mahvetmez, zâyi etmez.

Səs yoxdur