Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 239
(222-267)

Bütün bu insanlar divâne mi olmuşlar. Yoksa şimdi ben divâne mi oluyorum ki, bu dünyaperest insanları divâne görüyorum?” Her ne ise... Ben, ihtiyarlığın verdiği şiddetli intibah cihetinde, en evvel alâkadar olduğum fâni şeylerin fâniliğini gördüm. Kendime de baktım; nihayet-i aczde gördüm. O vakit, beka isteyen ve beka tevehhümüyle fânilere mübtela olan ruhum bütün kuvvetiyle dedi ki: “Mâdem cismen fâniyim, bu fânilerden bana ne hayır gelebilir... Mâdem ben âcizim, bu âcizlerden ne bekleyebilirim? Benim derdime çâre bulacak bir Bâki-i Sermedî, bir Kadîr-i Ezelî lâzım.” diyerek taharriye başladım. O vakit herşeyden evvel, eskiden beri tahsil ettiğim ilme müracaat edip, bir teselli, bir rica aramaya başladım. Maatteessüf o vakte kadar ulûm-u felsefeyi, ulûm-u İslâmiye ile beraber havsalama doldurup o ulûm-u felsefeyi pek yanlış olarak mâden-i tekemmül ve medâr-ı tenevvür zannetmiştim. Halbuki o felsefî mes’eleler ruhumu çok fazla kirletmiş ve terakkiyat-ı ma’nevîyemde engel olmuştu. Birden Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ve keremiyle Kur’ân-ı Hakîm’deki hikmet-i kudsiye imdâda yetişti. Çok Risâlelerde beyân edildiği gibi; o felsefî mes’elelerin kirlerini yıkadı; temizlettirdi.Ezcümle: Fünun-u Hikmetten gelen zulümat-ı ruhiye, ruhumu kâinata boğduruyordu. Hangi cihete baktım, nur aradım; o mes’elelerde nur bulamadım, teneffüs edemedim. Tâ Kur’ân-ı Hakîmden gelen ve “LÂ İLÂHE İLLA HU” cümlesiyle ders verilen tevhid, gâyet parlak bir nur olarak bütün o zulümatı dağıttı; rahatla nefes aldım. Fakat nefs ve şeytan, ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefeden aldıkları derse istinâd ederek, akıl ve kalbe hücum ettiler. Bu hücumdaki münazarat-ı nefsiye lillâhi’l-hamd kalbin muzafferiyetiyle neticelendi. Çok Risâlelerde kısmen o münazaralar yazılmış. Onlara iktifa edip, burada yalnız binde bir muzafferiyet-i kalbiyeyi göstermek için, binler bürhandan birtek bürhan beyân edeceğim, tâ ki, gençliğinde hikmet-i ecnebiye veya fünun-u medeniye nâmı altındaki kısmen dalâlet, kısmen malayaniyat mes’eleleriyle ruhunu kirletmiş.. kalbini hasta etmiş.. nefsini şımartmış bir kısım ihtiyarların ruhunda temizlik yapsın. Tevhid hakkında şeytan ve nefsin şerrinden kurtulsun. Şöyle ki:Ulûm-u Felsefiyenin vekâleti nâmına nefsim dedi ki: Bu kâinattaki eşyanın, tabiatıyla bu mevcûdâta müdahaleleri var. Herşey bir sebebe bakar. Meyveyi ağaçtan, hububatı topraktan istemeli. En cüz’î, en küçük bir şey’i de ALLAH’tan istemek ve ALLAH’a yalvarmak ne demektir? O vakit nur-u Kur’ân ile sırr-ı tevhid, şu gelecek sûrette inkişaf etti. Kalbim o mütefelsif nefsime dedi: “En cüz’î ve en küçük şey; en büyük şey gibi, doğrudan doğruya bütün bu kâinat Hâlıkının kudretinden gelir ve hazinesinden çıkar. Başka sûrette olamaz. Esbâb ise bir perdedir. Çünkü; en ehemmiyetsiz ve en küçük zannettiğimiz mahlûklar, ba’zan san’at ve hilkat cihetinde en büyüğünden daha büyük olur.

Səs yoxdur