Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 238
(222-267)

Belki bir çiftçinin toprağa serptiği tohumlar gibi, başka bir hayatta sünbül vermek için, Hâlık-ı Rahîm o sevgili masnûunu bir rahmet kapısı olan toprak altına muvakkaten atar. (Hâşiye)

İşte bu ihtar-ı Kur’ânî’yi aldıktan sonra, o kabristan, İstanbul’dan ziyâde bana ünsiyetli oldu. Halvet ve uzlet, bana sohbet ve muaşeretten daha ziyâde hoş geldi. Ben de Boğaz tarafındaki Sarıyer’de, bir halvethâne kendime buldum. Gavs-ı Âzam (R.A.) Fütuhu’l-Gaybiyle, bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi, İmâm-ı Rabbanî de (R.A.) Mektûbâtiyle, bir enis, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti. O vakit ihtiyarlığa girdiğimden ve medeniyetin ezvâkından çekildiğimden ve hayat-ı içtimâîyeden sıyrıldığımdan pek çok memnun oldum. ALLAH’a şükrettim.

İşte ey benim gibi ihtiyarlık içine giren ve ihtiyarlığın ihtarıyla vefatı çok tahattur eden zâtlar! Kur’ân’ın verdiği ders-i îman nuruyla, ihtiyarlığı ve vefatı ve hastalığı hoş görmeliyiz, belki bir cihette sevmeliyiz. Mâdem îman gibi hadsiz derecede kıymetdar bir ni’met bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur. Nâhoş birşey varsa; o da günahtır, sefahettir, bid’atlardır, dalâlettir...

ON BİRİNCİ RİCA: Esaretten geldikten sonra, İstanbul’da Çamlıca tepesinde bir köşkte, merhum biraderzâdem Abdurrahmân ile beraber oturuyorduk. Bu hayatım, hayat-ı dünyeviye cihetinde bizim gibilere en mes’ûdane bir hayat sayılabilirdi. Çünkü; esaretten kurtulmuştum, Dârü’l-Hikmet’te meslek-i ilmiyeme münâsib en âlî bir tarzda neşr-i ilme muvaffakıyet vardı. Bana teveccüh eden haysiyet ve şeref, haddimden çok fazla idi. Mevkice İstanbul’un en güzel yeri olan Çamlıca’da oturuyordum. Hem herşeyim mükemmeldi. Merhum biraderzâdem Abdurrahmân gibi gâyet zeki, fedakâr; hem bir talebe, hem hizmetkâr, hem kâtib, hem evlâd-ı ma’nevîyem beraberdi. Dünyada herkesten ziyâde kendimi mes’ûd bilirken aynaya baktım; saçımda, sakalımda beyaz kılları gördüm. Birden esarette, Kosturma’daki câmideki intibah-ı ruhî yine başladı. Onun eseri olarak, kalben merbut olduğum ve medâr-ı saadet-i dünyeviye zannettiğim hâlâtı, esbâbı tedkike başladım. Hangisini tedkik ettimse, baktım ki; çürüktür, alâkaya değmiyor, aldatıyor. O sıralarda en sadakatli zannettiğim bir arkadaşımda, umulmadık bir sadakatsizlik ve hatıra gelmez bir vefasızlık gördüm. Hayat-ı dünyeviyeden bir ürkmek geldi. Kalbime dedim: “Acaba ben bütün bütün aldanmış mıyım? Görüyorum ki; hakîkat noktasında acınacak hâlimize, pek çok insanlar gıbta ile bakıyorlar.

----------------------------------------------
(Haşiye): Bu hakikat iki kere iki dört eder derecesinde sair Risalelerde, hususan Onuncu ve Yirmidokuzuncu Sözlerde isbat etmiştir.
Səs yoxdur