Lemalar | Yirmialtıncı Lema | 263
(222-267)

İşte ihtiyarlığımın sergüzeştliğinden gelen ağrılara ve me’yusiyetlere, îmandan ve Kur’ândan imdâda yetişen kudsî teselliler ile bu ihtiyarlığımın en sıkıntılı bir senesini, gençliğimin en ferahlı on senesine değiştirmem. Husûsan hapiste farz namazını kılan ve tevbe edenin herbir saati, on saat ibâdet hükmüne geçmesiyle ve hastalıkta ve mazlumiyette dahi herbir fâni gün, sevap cihetinde on gün bâki bir ömrü kazandırmasıyla, benim gibi kabir kapısında nöbetini bekliyen bir adama ne kadar medâr-ı şükrandır, o ma’nevî ihtardan bildim. “Hadsiz şükür Rabbime” dedim; ihtiyarlığıma sevindim ve hapsime razı oldum. Çünkü: Ömür durmuyor, çabuk gidiyor. Lezzetle, ferahla gitse, lezzetin zevâli elem olmasından, hem teessüf, hem şükürsüzlükle, gafletle, ba’zı günahları yerinde bırakır, fâni olur gider. Eğer hapis ve zahmetli gitse, zevâl-i elem bir ma’nevî lezzet olmasından, hem bir nevi ibâdet sayıldığından, bir cihette bâki kalır ve hayırlı meyveleriyle bâki bir ömrü kazandırır. Geçmiş günahlara ve hapse sebebiyet veren hatalara keffaret olur, onları temizler. Bu nokta-i nazardan, mahpuslardan farzı kılanlar, sabır içinde şükür etmelidirler.

ON ALTINCI RİCA: Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden bir sene cezayı çekip çıktım. Beni Kastamonu’ya nefyettiler. Polis karakolunda iki üç ay misafir ettiler. Benim gibi sâdık dostlarıyla görüşmekten sıkılan bir münzevî ve kıyafetinin tebdîline tahammül etmiyen bir adam, böyle yerlerde ne kadar azab çeker anlaşılır. İşte ben bu me’yusiyette iken, birden İnâyet-i İlâhîyyeyi ihtiyarlığımın imdâdına geldi. O karakoldaki komiser, polislerle beraber sâdık dost hükmüne geçtiler. Hiçbir vakit şapkayı başıma koymayı ihtar etmedikleri gibi, benim hizmetçilerim misillü, istediğim zaman beni şehrin etrafında gezdiriyordular. Sonra o karakolun karşısında Kastamonu’nun Medrese-i Nûriyesine girdim, Nurların te’lifine başladım. Feyzi, Emin, Hilmi, Sâdık, Nazif, Salâhattin gibi Nurun kahraman şâkirdleri, Nurların neşri, teksîri için o medreseye devam ettiler. Gençlikte eski talebelerimle geçirdiğim kıymetdar müzakere-i ilmiyeyi daha parlak bir sûrette gösterdiler. Sonra gizli düşmanlarımız ba’zı me’murları ve bir kısım enaniyetli hocalar ve şeyhleri aleyhimize evhamlandırdılar. Bizi, Denizli Hapsine beş altı vilâyetlerden gelen Nur talebelerini, o Medrese-i Yûsufiyede toplanmağa vesîle oldular. Bu On Altıncı Ricanın tafsilâtı, Kastamonudan gönderip lâhikaya geçen ve Denizli Hapsinde oradaki kardeşlerime gizli gönderdiğim küçük mektublar ve mahkemesindeki Müdafaa Risâlesidir ki; bu ricanın hakîkatını parlak gösteriyorlar. Tafsilâtını lâhikaya, müdafaama havale edip, gâyet kısa işâret edeceğiz.

Səs yoxdur