Lemalar | Yirmisekizinci Lema | 273
(268-283)

İkincisi: Vahdetü’l-Vücûd meşrebi, masivâyı İlâhînin rubûbiyetini o derece şiddetle reddeder ki, masivayı inkâr ve ikiliği ref’ediyor. Değil nüfûs-u emmârenin, belki herbir şeyin müstakil vücûdunu görmemek iken, bu zamanda fikr-i tabiatın istilâsıyla ve gurur ve enâniyetin nefs-i emmâreyi şişirmesiyle ve Âhireti ve Hâlıkı bir derece unutmak cihetiyle ba’zı nüfûs-u emmâre küçük birer fir’avn, âdeta nefsini ma’bûd ittihaz etmek isti’dâdında bulunan insanlara Vahdetü’l-Vücûdu telkin etmek, nefs-i emmâreyi “EL’İYAZÜBİLLÂH” öyle şımartır ki, ele avuca sığmaz.

Üçüncüsü: Tegayyür, tebeddül, tecezzi, tahayyüzden mukaddes, münezzeh, müberra, muallâ olan Zât-ı Zülcelâl’in vücûb-u vücûduna ve tekaddüs ve tenezzühüne muvafık düşmiyen tasavvurata sebebiyet verir ve telkinat-ı bâtılaya medâr olur. Evet Vahdetü’l-Vücûddan bahseden; fikren seradan süreyyaya çıkarak, kâinatı arkasında bırakıp nazarını Arş-ı Âlâ’ya diken, istiğrakî bir sûrette kâinatı ma’dûm sayıp herşeyi doğrudan doğruya kuvvet-i îman ile Vâhid-i Ehad’dan görebilir. Yoksa kâinatın arkasında durup kâinata bakan ve önünde esbabı gören ve ferşten nazar eden, elbette esbab içinde boğulup, tabiat bataklığına düşmek ihtimali var. Fikren Arş’a çıkan, Celâleddin-i Rumî gibi diyebilir: “Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonoğraflar gibi Cenâb-ı Hak’tan işitebilirsin.” Yoksa, Celâleddin gibi bu derece yükseğe çıkamayan ve Ferş’ten Arş’a kadar mevcûdâtı âyine şeklinde görmeyen adama, “Kulak ver, herkesten KELÂMULLAH’ı işitirsin” desen, ma’nen Arş’tan Ferş’e sukut eder gibi, hilâf-ı hakîkat tasavvurat-ı bâtılaya giriftar olur!..


S a i d N u r s î


Bir Suale Cevab

Mustafa Sabri ile Mûsa Bekûf’un efkârlarını müvazene etmek için vaktim müsaid değildir. Yalnız bu kadar derim ki: “Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor.

Səs yoxdur