Muhakemat | Birinci Makale | 51
(4-66)
Dördüncü Mes’ele

Sedd-i Zülkarneyn’dir.

Nasıl bildin ki: Birşeyin vücûdunu bilmek, o şeyin keyfiyet ve mâhiyetini bilmekten ayrıdır. Hem de bir kaziye, çok ahkâmı tazammun eder. O ahkâmın ba’zısı zarûri ve ba’zısı dahi nazarî ve “muhtelefün fîha”dır.

Hem de ma’lûmdur: Müteannid ve mukallid bir sâil, imtihan cihetiyle, bir kitabda gördüğü bir mes’eleyi, eğerçi bir derece de muharref olsa, bir adamdan sual etse.. tâ, gaybda olan ma’lûmuna cevab verse, o cevab iki cihetle doğrudur: Ya doğrudan doğruya cevab verse veyahut sâil-i müteannidin ma’lûmuna ya bizzât veya tevil ile cevab-ı muvafık veriyor. İkisi de doğrudur. Demek bir cevab, hem vaki’i razı eder, zîra haktır. Hem sâili ikna eder; zîra eğerçi murad değilse, ma’lûmuna tatbik eder. Hem makamın hatırını dahi kırmıyor; zîra cevabda ukde-i hayatiyeyi derceder ki: Makasıd-ı kelâm ondan istimdâd-ı hayat eder.

İşte cevab-ı Kur’ân dahi böyledir. Bundan sonra zarûri ve gayr-ı zarûriyi tefrik edeceğiz. İşte cevab-ı Kur’ânîde mefhum olan zarûri hükümler ki; inkârı kabul etmez. Şudur: Zülkarneyn “müeyyed min indillah” bir şahıstır. Onun irşâd ve tertibiyle iki dağ arasında bir sed bina edilmiştir. Zalimlerin ve bedevilerin def’-i fesadları için... Ve Ye’cüc Me’cüc iki müfsid kabiledirler. Emr-i İlâhî geldiği vakit sed harab olacaktır. İlââhirihî. Bu kıyas ile, ona Kur’ân delâlet eden hükümler, Kur’ânın zaruriyatındandırlar. Bir harfin inkârı dahi kabil değildir.

Fakat o mevzuat ve mahmulâtın keyfiyatlarının teşrihatları ve mâhiyetlerinin hududu ise; Kur’ân onlara kat’iyyüddelâlet değildir. Belki “âmm hassa, delâlet-i selâseden hiçbirisiyle delâlet etmez” kâidesiyle ve mantıkta beyân olunduğu gibi “Bir hüküm, mevzu ve mahmulün vechünmâ ile tasavvur etmek, kâfi olduğu”nun düstûruyla sâbittir ki, Kur’ân onlara delâlet etmez fakat kabul edebilir.

Səs yoxdur