Muhakemat | Birinci Makale | 52
(4-66)

Demek o teşrihat, ahkâm-ı nazariyedendir. Başka delâile muhavveldir. İçtihadın mazannesidir. Onda tevil için mecal vardır. Muhakkikînin ihtilafatı nazariyetine delildir.

Fakat vâ esefâ... Cevabın suale, her cihetle lüzum-u mutabakatın tahayyülüyle, sualdeki halele ehemmiyet vermeyerek cevabın zarûri ve nazarî olan hükümlerini, birden me’haz-i sâilden ve menbit-i sualden hûşeçîn olup, alıp müfessir oldular. Yok, belki müevvil, yok belki mâsadakı ma’na yerine ma’na gösterdiler. Yok, belki mâsadakı olmak caiz ve bir derece mümkün olan şeyi, medlûl ve mefhum olarak tevil ettiler.

Halbuki Üçüncü Mukaddeme’nin sırrıyla zâhirperestler kabul ederek ve muhakkikîn dahi hikâyat gibi ehemmiyetsiz olduğundan tenkidsiz şu tevili dinlediler. O teşrihatı, muharref olan Tevrat ve İncil’de olduğu gibi kabul ederse, akide-i ehl-i sünnet ve cemâatte olan ma’sûmiyet-i enbiyâya muhalefet oluyor. Kıssa-i Lut ve Davud Aleyhimesselâm, buna iki şâhiddir. Vakta ki keyfiyette içtihad ve tevilin mecali vardır. Ben de bitevfikillah derim: İtikad-ı câzim Hüda ve Peygamberimizin muradlarına kat’iyyen vâcibdir; zîra zaruriyat-ı diniyedendir. Fakat murad hangisidir, muhtelefün fîhdir. Şöyle:

Zülkarneyn, İskender demem; zîra isim bırakmaz. Ba’zı müfessir melik “lâm’ın kesriyle”, ba’zı melek “lâm’ın fethiyle”, ba’zı nebi, ba’zı veli, ilââhir demişlerdir. Herhalde Zülkarneyn, “müeyyed min indillah” ve seddin binasına mürşid bir şahıstır. Amma sed ise: Ba’zı müfessir sedd-i Çin ve ba’zı müfessir başka yerde cebelleşmiş ve ba’zı müfessir sedd-i mahfîdir, inkılâb ve ahvâl-i âlem setreylemiştir. Ve ba’zı ve ba’zı.. demişlerdir, demişlerdir... Her halde müfsidlerin def’-i şerleri için bir redm-i azîm ve cesîm bir duvardır.

Amma Ye’cüc Me’cüc, ba’zı müfessir “Veled-i Yafes’ten iki kabile” ve ba’zı diğer “Moğol ve Mançur” ve ba’zı dahi “akvam-ı şarkıye-i şimalî” ve ba’zı dahi “Benî-Âdemden bir cem’iyyet-i azîme, dünya ve medeniyeti herc ü merc eden bir tâife” ve ba’zı dahi

Səs yoxdur