Muhakemat | Birinci Makale | 53
(4-66)

“Mahlûk-u İlâhîden yerin zahrında veyahut batnında âdemî veya gayr-ı âdemî bir mahlûktur ki kıyamete, böyle nev’-i beşerin herc ü mercine sebeb olacaktır.” Ba’zı ve ba’zı ve ba’zı dediklerini dediler... Nokta-i kat’iyye ve cihet-i ittifakî budur: Ye’cüc ve Me’cüc, ehl-i garet ve fesad ve ehl-i hadaret ve medeniyete ecel-i kaza hükmünde iki tâife-i mahlûkullahtır.

Amma harabiyet-i sed; ba’zı, kıyamette ve ba’zı, kıyamete yakın ve ba’zı, emâresi olmak şartıyla uzaktır ve ba’zı, harab olmuştur fakat dekk olmamış. “Kîle”ler çok. Herhalde nokta-i ittifak; seddin inhidamı, yerin sakalına bir beyaz düşmek ve oğlu olan nev’-i beşer de ihtiyar olmasına bir alâmettir. Eğer bu müzakeratı müvazene ve muhakeme etmişsen caizdir, tecviz edesin: Sedd-i Kur’ân, sedd-i Çin’dir ki: Çok fersahlar ile uzun ve acâib-i seb’a-i meşhureden bir “müeyyed min indillah”ın irşâdıyla bina olunmuş, o zamanın ehl-i medeniyeti, ehl-i bedeviyetin şerlerinden te’min eylemiştir. Evet o vahşilerden

Hun Kabilesi Avrupa’yı herc ü merc ettiği gibi, onlardan Moğol tâifesi de Asya’yı zîr ü zeber eylemiştir. Sonra seddin harabiyeti kıyamete alâmet olur. Bahusus dekk, ondan başkadır. Peygamber: “Eşrat-ı saattenim. Ben ve kıyamet bu iki parmak gibiyiz.” dese neden istiğrab olunsun ki, harabiyet-i sed zaman-ı saâdetten sonra alâmet-i kıyamet olsun... Hem de seddin inhidamı ömrü arza nisbeten yerin yüzünde ihtiyarlıktan bir buruşukluktur. Belki tamam-ı nehara nisbeten vakt-i ısfırar gibidir. Eğerçi binler sene de fâsıl olsa... Kezalik Ye’cüc ve Me’cüc’ün ihtilâlleri, nev’-i beşerin şeyhuhetinden gelme bir humma ve sıtması hükmündedir. Bundan sonra On İkinci Mukaddeme’nin fatihasında bir tevil-i âher sana feth-i bâb eder. Şöyle:

Kur’ân hısası için kısası zikrettiği gibi ukad-ı hayatiye hükmünde ve makasıd-ı Kur’âniyeden bir maksadına münâsib noktaları intihâb ve rabt-ı maksada ittisal ettiriyor.

Səs yoxdur