Muhakemat | Üçüncü Makale | 94
(90-137)

Dördüncüsü ki, belâgat-ı Kur’âniyenin ulüvvü rütbesini i’lân eden ve istikamet cihetiyle en kısası ve vuzuh cihetiyle beşerin umumuna en eşmeli olan mi’rac-ı Kur’ânî’dir. İşte biz dahi bunu ihtiyar ettik. Bu da iki nevidir:

BİRİNCİSİ: “Delil-i inâyet”tir ki; menafi’-i eşyayı ta’dad eden bütün âyât-ı Kur’âniye bu delile îma ve şu bürhanı tanzim ediyorlar. Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise: Sâni’in kasd ve hikmetini isbat ve tesâdüf vehmini ortadan nefyediyor.

Mukaddeme: Eğer çendan her adam âlemdeki riayet-i mesalih ve intizamda istikra-i tâm edemez ve ihâta edemez. Fakat nev’-i beşerdeki telahuk-u efkâr sayesinde, kâinatın herbir nev’ine mahsus kavaid-i külliye-i muntazamadan ibaret olan bir fen teşekkül etmiş ve etmektedir.

Bununla beraber bir emirde intizam olmazsa hüküm külliyetiyle cereyan edemediği için, kâidenin külliyeti nev’in hüsnü intizamına delildir. Demek cemi’-i fünûn-u ekvan kâidelerin külliyetlerine binâen, istikra-i tâmla nizam-ı ekmeli intac eden birer bürhandırlar. Evet fünûn-u kâinat bitamamiha mevcûdâtın silsilelerindeki halkalardan asılmış olan mesalih ve semeratı ve inkılâbat-ı ahvâlin telâfifinde saklanmış olan hikem ve fevaidi göstermek ile Sâni’in kasd ve hikmetine parmak ile şehâdet ve işâret ettikleri gibi şeyatîn-i evhama karşı birer necm-i sâkıbdır.

İşâret: Cehl-i mürekkebi intac eden, nazar-ı sathîyi tevlid eden ülfetten tecrid-i nazar etsen ve akla karşı sedd-i turuk eden evhamın âşiyanı olan mümaresat-ı elzemiyattan nefsini tahliye etsen; hurdebînî bir hayvanın sûreti altında olan makine-i dakika-i bedia-i İlâhîyenin şuursuz, mecra ve mahrekleri tahdid olunmayan ve imkânatında evleviyet olmayan esbâb-ı basita-i camide-i tabiiyeden husulpezir ve o destgâhın masnuu olduğunu kendi nefsini kandırıp mutmain ve ikna edemiyorsun.

Səs yoxdur