Şualar | OnBirinci Şuâ | 266
(205-299)

Hem meselâ, Kur’ânın hakîki ve tam bir nevi münâcâtı ve Kur’ândan çıkan bir çeşit hülâsası olan Cevşen-ül Kebir nâmındaki münâcât-ı Peygamberî’de (A.S.M.) yüz def’a


cümlesinin tekrarında tevhid gibi kâinatça en büyük hakîkat ve mahlûkatın rubûbiyete karşı tesbih ve tahmid ve takdis gibi üç muazzam vazifesinden en ehemmiyetli bir vazifesi ve şekavet-i ebediyeden kurtulmak gibi nev’-i insanın en dehşetli mes’elesi ve ubûdiyet ve acz-i beşerin en lüzumlu neticesi bulunması cihetiyle binler def’a tekrar edilse yine azdır.

İşte tekrarat-ı Kur’âniye bu gibi esaslara bakıyor. Hatta ba’zan bir sahifede iktiza-yı makam ve ihtiyac-ı ifham ve belâgat-ı beyân cihetiyle yirmi def’a sarihan ve zımnen tevhid hakîkatını ifâde eder. Değil usanç, belki kuvvet ve şevk verir. Risâle-i Nur’da, tekrarat-ı Kur’âniye ne kadar yerinde ve münasib ve belâgatça makbûl olduğu hüccetleriyle beyân edilmiş.

Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyân’ın Mekke sûreleriyle, Medine sûreleri belâgat noktasında ve i’caz cihetinde ve tafsil ve icmal vechinde birbirinden ayrı olmasının sırrı ve hikmeti şudur ki: Mekke’de birinci safta muhatab ve muarızları, Kureyş müşrikleri ve ümmileri olduğundan belâgatça kuvvetli bir üslûb-u âlî ve îcazlı, mukni, kanaat verici bir icmal ve tesbit için “tekrar” lâzım geldiğinden ekseriyetle Mekkiyye sûreleri erkân-ı îmaniyeyi ve tevhidin mertebelerini gâyet kuvvetli ve yüksek ve i’cazlı bir îcâz ile tekrar edip ifade ederek mebde’ ve maadi, Allah’ı ve âhireti, değil yalnız bir sahifede, bir âyette, bir cümlede, bir kelimede.. belki ba’zan bir harfte ve takdim, te’hir ve târif ve tenkir ve hazf ve zikir gibi hey’etlerde öyle kuvvetli isbat eder ki, ilm-i belâgatın dâhî imamları hayretle karşılamışlar. Risâle-i Nur ve bilhassa Kur’ânın kırk vech-i i’cazını icmâlen isbat eden Yirmi Beşinci Söz −zeyilleriyle beraber− ve Kur’ânın nazmındaki vech-i i’cazı hârika bir tarzda isbat eden Arabî Risâle-i Nur’dan “İşarat-ül İ’caz” tefsiri bilfiil göstermişler ki,

Səs yoxdur