Şualar | Onİkinci Şuâ | 315
(300-322)

Eskişehir mahkemesinde makam-ı iddianın nasılsa bir sehiv neticesi, Risâle-i Nur’un îman derslerine “Halkları ifsad ediyor” gibi bir ta’bir ve sonradan o ta’birden vazgeçtiği halde, Risâle-i Nur şâkirdlerinden Abdürrezzak nâmında bir zât mahkemeden bir sene sonra demiş:

“Hey bedbaht! Otuz üç âyât-ı Kur’âniye işârâtının takdirine mazhar ve İmam-ı Ali’nin (R.A.) üç kerâmetinin ihbar-ı gaybîsiyle ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) kuvvetli bir tarzda ihbariyle kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiç kimseye hiçbir zarar vermemesi ile beraber binler vatan evlâdını tenvir ve irşad eden ve îmanlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risâle-i Nur’un irşadlarına “ifsad” diyorsun. Allah’tan korkmuyorsun, dilin kurusun!” demiş.

Şimdi, bu şâkirdin haklı olarak bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, “Said, etrafına fesad saçmış” ta’birini insafınıza ve vicdanınıza havale ediyorum.

Makam-ı iddia, Risâle-i Nur’un içtimâî derslerine ilişmek fikriyle, “Dinin tahtı ve makamı, vicdandır; hükme kanuna bağlanmaz. Eskiden bağlanmasiyle içtimâî keşmekeşler olmuştur.” dedi. Ben de derim ki: “Din yalnız îman değil, belki amel-i sâlih dahi dinin ikinci cüz’üdür. Acaba katl, zîna, sirkat, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimâîyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işleyenleri onlardan men’etmek için, yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O halde; her hânede, belki herkesin yanında dâima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. İşte Risâle-i Nur, amel-i sâlih noktasında, îman canibinden, herkesin başında her vakit bir ma’nevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı İlâhîyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.

Səs yoxdur