Şualar | Birinci Şuâ | 646
(622-665)

Cây-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevâfuktur ki: Risâlet-ün Nur müellifi bin üç yüz on altı (1316) sıralarında mühim bir inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki:

O tarihe kadar ulûm-u mütenevviayı, yalnız ilimle tenevvür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasiyle Avrupa’nın Kur’âna karşı müdhiş bir sû-i kasdları var olduğunu bildi. Hatta bir gazetede İngiliz’in bir müstemlekât nâzırı demiş:

“Bu Kur’ân, İslâm elinde varken biz onlara hakîki hâkim olamayız. Bunun sukutuna çalışmalıyız.” dediğini işitti, gayrete geldi. Birden makam-ı cifrîsi bin üç yüz on altı (1316) olan


fermanını ma’nen dinliyerek bir inkılâb-ı fikrî ile merakını değiştirdi. Bütün bildiği ulûm-u mütenevviayı Kur’ânın fehmine ve hakîkatlarının isbatına basamaklar yaparak hedefini ve gaye-i ilmiyesini ve netice-i hayatını, yalnız Kur’ân bildi. Ve Kur’ânın i’caz-ı ma’nevîsi, ona rehber ve mürşid ve üstad oldu. Fakat maatteessüf o gençlik zamanında çok aldatıcı ârızalar yüzünden bilfiil o vazifenin başına geçmedi. Bir zaman sonra harb-i umûmînin tarraka ve gürültüsü ile uyandı. O sabit fikir canlandı, bilkuvveden bilfiile çıkmağa başladı.

İşte hem O’na, hem Risâlet-ün Nur’a çok alâkası bulunan bu bin üç yüz on altı (1316) tarihine çok âyetler müttefikan bakarlar.

Meselâ: Nasıl ki


âyeti tam tamına tevâfukla işâret eder. Aynen öyle de; bir âyet-i meşhure olan



makam-ı cifrîsi şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa ve tenvin sayılmazsa bin üç yüz on altı ederek aynen tam tamına o tarihe işâret eder. Hem nasılki yedi-sekiz surelerde gelen âyetler ve o âyetlerde gelen “Sırat-ı Müstakim” cümleleri Risâlet-ün Nur ismine tevâfukla beraber, bu mezkûr iki âyet gibi bir kısmı Risâlet-ün Nur te’lifinin tarihini de gösterir.

Səs yoxdur