Tarihçe-i Hayat | Birinci Kısım - İlk Hayatı | 129
(30-149)

Öyle de; her şey o kudret-i ezeliyeye intisabiyle, yüz bin def’a esbâb-ı tabiiyenin fevkinde mu’cizat-ı sanata mazhar olabilir.

Elhâsıl, her şeyin nihayet derecede hem sanatlı, hem sühuletli vücûdu gösteriyor ki; muhit bir ilim sâhibi olan bir Kadîr-i Ezelînin eseridir. Yoksa, yüz bin muhal içinde, değil vücûda gelmek, belki imkân dâiresinden çıkıp, imtina dâiresine girecek ve mümkün sûretinden çıkıp mümteni mâhiyetine girecek ve hiçbir şey vücûda gelmeyecek, belki de vücûda gelmesi muhal olacaktır.

İşte bu gâyet ince ve gâyet kuvvetli ve gâyet derin ve gâyet zâhir bir bürhan ile şeytanın muvakkat bir şâkirdi ve ehl-i dalâletin ve ehl-i felsefenin bir vekili olan nefsim sustu. Ve Lillâh-il-hamd, tam îmana geldi ve dedi ki: Evet bana öyle bir Hâlik ve Rab lâzım ki, en küçük hatırat-ı kalbimi ve en hafi niyazımı bilecek ve en gizli ihtiyac-ı ruhumu yerine getirdiği gibi, bana saadet-i ebediyeyi vermek için koca dünyayı Âhirete tebdil edecek ve bu dünyayı kaldırıp Âhireti yerine kuracak. Hem sineği halk ettiği gibi, semavâtı da îcad edecek; hem Güneşi semanın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de gözbebeğimde yerleştirecek bir kudrete malik olsun. Yoksa sineği halkedemeyen; hatırat-ı kalbime müdahale edemez, niyaz-ı ruhumu işitemez. Semavâtı halketmeyen, saadet-i ebediyeyi bana veremez. Öyle ise benim Rabbim odur ki; hem hatırat-ı kalbimi ıslah eder, hem cevv-i havayı bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi; dünyayı âhirete tebdil edip, Cenneti yapıp, kapısını bana açar. “Haydi gir” der.

İşte ey nefsim gibi bedbahtlık neticesinde bir kısım ömrünü nursuz felsefî ve ecnebi fünûnuna sarfeden ihtiyar kardeşlerim! Kur’ânın lisanındaki mütemadiyen “LÂ İLÂHE İLLÂ HU” ferman-ı kudsîsinden ne kadar kuvvetli ve ne kadar hakîkatli ve hiç bir cihette sarsılmaz ve zedelenmez ve tegayyür etmez bir rükn-ü îmanîyi anlayınız ki, nasıl bütün ma’nevî zulümatı dağıtır ve ma’nevî yaraları tedavi eder...”

* * *
Səs yoxdur