Tarihçe-i Hayat | Üçüncü Kısım - Eskişehir Hayatı | 269
(215-280)

Fakat, mâdem ehl-i dünya evhamlı bir sûrette soruyorlar, ben de derim ki : Küçüklüğümden beri halkların malını kabûl etmemek (velev zekât dahi olsa), hem maaşı kabûl etmemek (yalnız bir iki sene Dâr-ül-Hikmet-il-İslâmiyede dostlarımın icbariyle kabûl etmeye mecbûr oldum), hem maîşet-i dünyeviye için minnet altına girmemek, bütün ömrümde bir düstûr-u hayatımdır. Ehl-i memleketim ve başka yerlerde beni tanıyanlar bunu biliyorlar. Bu beş seneki nefyimde, çok dostlar, bana hediyelerini kabûl ettirmek için çok çalıştılar. Kabûl etmedim. “Öyle ise nasıl idare edersin” denilse, derim : “Bereket ve ikrâm-ı İlâhî ile yaşıyorum.” Nefsim, çendan her hakarete, her ihânete müstehak ise de, fakat Kur’ân hizmetinin kerâmeti olarak, erzak hususunda ikrâm-ı İlâhî olan berekete mazhar oluyorum.



sırriyle, Cenâb-ı Hakkın bana ettiği ihsânâtı yâdedip, bir şükr-ü ma’nevî nev’inden birkaç nümûnesini söyliyeceğim. Bir şükr-ü ma’nevî olmakla beraber, korkuyorum ki bir riya ve gururu ihsas ederek o mübârek bereket kesilsin. Çünkü müftehirâne, gizli bereketi izhar etmek, kesilmesine sebep olur. Fakat ne çâre, söylemeye mecbûr oldum.

İşte Birisi: Şu altı aydır otuz altı ekmekten ibaret bir kile buğday bana kâfi geldi. Daha var, bitmemiş. Ne mikdar kifayet (Hâşiye) edecek, bilmiyorum.

İkincisi: Şu mübârek Ramazanda, yalnız iki hâneden bana yemek geldi, ikisi de beni hasta etti. Anladım ki, başkasının yemeğini yemekten memnû’um. Mütebâkisi, bütün Ramazanda benim idareme bakan, mübarek bir hânenin ve sâdık bir arkadaşım olan, o hâne sahibi Abdullah Çavuş’un ihbarı ve şehadetiyle, üç ekmek, bir kıyye pirinç bana kâfi gelmiştir. Hatta o pirinç on beş gün ramazandan sonra bitmiştir.

Üçüncüsü: Dağda, üç ay bana ve misafirlerime bir kıyye tereyağı, hergün ekmekle beraber yemek şartiyle kâfi geldi. Hatta Süleyman isminde mübarek bir misafirim vardı. Benim ekmeğim de ve onun ekmeği de bitiyordu.


Hâşiye: Bir sene devam etti.

Səs yoxdur