Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 324
(281-398)

Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir sûrette, vazîfe-i hakîkiyelerini ve elzem işlerini bırakıp, âfâkî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdiselerini merakla dinliyerek, karışarak, ruhlarını sersem, akıllarını geveze etmişler. “Zarara râzı olana merhamet edilmez.” Ma’nasında


kaide-i esasiyesiyle, şefkat hakkını ve merhamet liyâkatını kendilerinden selbetmiştir. Onlara acınmaz ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz, başlarına belâ getiriyorlar. Ben tahmin ediyorum ki, bütün Küre-i Arzın bu yangınında ve fırtınalarında selâmet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakîki ehl-i îman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunun içinde en ziyâde kendini kurtaranlar, Risâle-i Nur dâiresine sadakatla girenlerdir. Çünkü onlar, Risâle-i Nur’dan aldıkları îman-ı tahkikî derslerinin nuriyle, gözüyle herşeyde Rahmet-i İlâhîye’nin izini, yüzünü görüp; her şeyde Kemâl-i hikmetini, cemâl-i adâletini müşahede ettiklerinden; kemâl-i teslimiyet ve rıza ile Rububiyet-i İlâhîye’nin icraatından olan musîbetleri teslimiyetle ve gülerek karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlâhîyeden daha ileri şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azab çeksinler. İşte bu hakîkata binâen; değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki hayatın dahi saadet ve lezzetini istiyenler, -hadsiz tecrübeler ile- Risâle-i Nur’un îmanî ve Kur’ânî derslerinde bulabilir ve buluyorlar.


SAİD NURSÎ


* * *
Səs yoxdur