Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 327
(281-398)

Yaz ve kış bu âdetleri tahallüf etmez. Teheccüd ve münâcât ve evradlarını asla terketmezler. Hatta bir Ramazan-ı Şerifde pek şiddetli hastalıkda, altı gün birşey yemeden savm-ı visal içinde ubûdiyetteki mücahedelerini terketmediler. Komşuları her zaman derler ki: “Biz sizin Üstadınızın sekiz sene yaz ve kış geceleri, aynı vakitlerde sabaha kadar hazin ve muhrik sadasiyle münâcât seslerini dinler ve böyle fasılasız devamlı mücahedesine hayretler içinde kalırdık.”

Hem Üstadımız, taharet ve nezafet-i şer’iyyeye son derece riayet eder; her zaman abdestli olarak bulunur; asla mübârek vaktini boş geçirmez. Ya Risâle-i Nur te’lifiyle veya tashihiyle meşgul veya Münâcât-ı Cevşeniyeyi kıraat ve secdegâh-ı ubûdiyete kaim veya tefekkür-ü âlâ-i İlâhî bahrine müstağrak bulunurdu. Ekseriyetle, yaz zamanı şehre uzak ormanlık dağ vardı. Üstadımızla oraya giderdik. Yolda, hem Risâle-i Nur tashih ederler, hem bu âciz talebelerinin okudukları risâleye dikkat ederler ve tashih için hatalarını söylerler veyahut eski müellefatından birisinden ders verirler; bu sûretle yolda bile mübârek vaktini vazîfe ile geçirirlerdi. Evet biz îtiraf ediyoruz ki, Üstadımızın nutkundaki letâfet ve ülfetindeki halâvet o derece feyiz bahşederdi ki; insan, sabahtan akşama kadar o vaziyette ders alsa, yol yürüse, asla sıkılmak ihtimali yoktu.

Hem Üstadımız, Risâle-i Nur hizmetini herşeye tercih ederler ve buyururlardı ki: “Yirmi senedir Kur’ân-ı Hakîm’den ve Risâle-i Nur’dan başka bir kitabı ne mütalâa etmişim ve ne de yanımda bulundurmuşum; Risâle-i Nur kâfi geliyor.” Evet, Feyyâz-ı Mutlak tarafından bütün hakâik-i Kur’âniye kalb-i münevverine ilham ve ilka-ı küllî ile ifaza olunur da Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyândan başka neye muhtac olur? Bundan şüphesi olanlar, Risâle-i Nura dikkat etsinler. Cenâb-ı Hak, Üstadımıza, Risâle-i Nur’un te’lifinde öyle bir iktidar-ı bedî ihsan etmiştir ki, bu herkese nasib olacak hasletlerden değildir. O hârika Nur Risâleleri, her biri; gurbette, hastalık içinde, dağda, bağda, kâtibsiz tahammülü müşkül gâyet ağır şerait dahilinde, zâhirî nice müşkülâtlarla meydana gelmiş ve mü’minlerin imdâdına yetişmiştir. Fakat, Cenâb-ı Hakk’a şükrolsun ki, inâyet-i İlâhîyye, hârika bir tarzda Üstadımıza fevkalâde muvaffakıyet ihsan etmiştir. İşte bu sırdandır ki Cenâb-ı Hak, ona kâinatı bir kitab-ı semavî ve arzı bir sahife gibi keşf ve şuhudla bihakkalyakin okuyacak bir iktidar vermiş; mahz-ı inâyetle böyle kudsî bir esere sâhib kılmıştır.

Səs yoxdur