Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 350
(281-398)

Mâdem bizim ile görüşmek ve dersimizi dinlemek istersin. Bil ki: Başta Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ve Kur’ân-ı Mu’cizül-Beyân olarak bütün peygamberlere vasıtamızla gelen mesail-i îmaniyeye en evvel biz îman etmişiz.

Hem, insanlara temessül edip görünen ve bizlerden olan ervâh-ı tayyibe, bilâistisna ve bil’ittifak, bu kâinat Hâlıkının vücûb-u vücûduna ve vahdetine ve sıfat-ı kudsiyesine şehâdet edip birbirine muvafık ve mutabık olarak ihbar etmişler. Bu hadsiz ihbârâtın tevâfuku ve tetabuku, Güneş gibi sana bir rehberdir; dediklerini bildi. Ve onun nur-u îmanı parladı. Zeminden göklere çıktı. İşte bu yolcunun melâikeden aldığı derse kısa bir işâret olarak Birinci Makamın On Birinci Mertebesinde:


denilmiştir.

Sonra pür merak ve pür-iştiyak o misafir, âlem-i şehâdet ve cismâni ve maddî cihetinde mahsus taifelerin dillerinden ve lîsan-ı hallerinden ders aldığından, âlem-i gayb ve âlem-i berzahta dahi mütalâa ile bir seyahat ve bir taharri-i hakîkat arzu ederken, her taife-i insaniyede bulunan ve kâinatın meyvesi olan insanın çekirdeği hükmünde ve küçüklüğü ile beraber, ma’nen kâinat kadar inbisat edebilen müstakim ve münevver akılların, selim ve nurânî kalblerin kapısı açıldı. Baktı ki; onlar âlem-i gayb ve âlem-i şehâdet ortasında insanî berzahlardır. Ve iki âlemin birbiriyle temasları ve muameleleri, insana nisbeten o noktalarda oluyor gördüğünden; kendi akıl ve kalbine dedi ki: “Gelin, bu emsalinizin kapısından hakîkate giden yol daha kısadır. Biz öteki yollardaki dillerden ders aldığımız gibi değil, belki îman noktasındaki ittisaflarından ve keyfiyet ve renklerinden, mütalâamız ile istifade etmeliyiz” dedi, mütalâaya başladı. Gördü ki:

İsti’dâdları gâyet muhtelif ve mezhebleri birbirinden uzak ve muhalif olan umum istikametli ve nurlu akılların îman ve tevhiddeki ittisafkârane ve râsihâne îtikadları, tevâfuk ve sebatkârane ve mutmainâne kanaat ve yakînleri tetabuk ediyor.

Səs yoxdur