Tarihçe-i Hayat | Sekizinci Kısım - Isparta Hayatı | 626
(612-740)
Tahliller

Uzun bir ayrılıktan sonra,

Belki yirmi yedi, yirmi sekiz sene oldu Üstadı görmeyeli. Onu görmek, mübârek simasını doya doya seyretmek için her zaman gidip ziyaret etmek istediğim halde meşgûliyetten bir türlü vakit bulamadım. Fakat o kalblerde yaşadığı için, ma’nevî varlığı ile dâima beraberdik. Bu, gönüllerdeki iştiyakı bir dereceye kadar tatmin etmez miydi? Kendisini görüp kucaklaştığımız zaman, onun nurânî simasının verdiği zevk, maddî hasretin de ne kadar büyük olduğunu gösterdi.

Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar hemen her gün idarehâneye gelir; Âkif’ler, Naim’ler, Ferid’ler, İzmirli’lerle birlikte saatlerce tatlı tatlı musahabelerde bulunurduk. Üstad, kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmî mes’elelerden konuşur, onun, konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe. En mu’dil mes’elelerde, zekâsının kudret ve azameti kendisini gösterir. Dâima işleyen ve düşünen bir kafa. Nakillerle pek meşgul değil. Onun rehberi yalnız Kur’ân. Bütün feyiz ve zekâ kaynağı bu. Bütün o lem’alar, doğrudan doğruya bu kaynaktan nebean ediyor. Bir müçtehid, bir imam kadar rey sahibi. Kalbi bir Sahabî kadar îmanla dolu. Ruhunda Ömer’in şehameti var. Yirminci Asırda Devr-i Saadeti nefsinde yaşatan bir mü’min, bütün hedefi îman ve Kur’ân.

İslâmın gâyet-ül-gâyesi olan “Tevhid” ve “Allaha Îman” esası, onun ve Risâle-i Nur’un en büyük umdesidir. Devr-i Saadette, Müslümanlığın ilk kuruluş zamanlarında olsaydı, Hazreti Peygamber, Kâbe’deki putların parçalanması vazifesini ona verirdi. Şirk’e ve putperestliğe o derece düşmandır.

Səs yoxdur