Mirac ve Şakkı Kamer | Otuzbirinci Söz | 66
(3-95)

Hakikat şu olmak gerektir ki: Âlem-i bekanın mahlukları, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nuruyla pek alâkadardırlar. Çünki onun getirdiği nur iledir ki; Cennet ve dâr-ı âhiret, cinn ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı, o saadet-i ebediye olmazdı ve Cennet’in her nevi mahlukatından istifadeye müstaid olan cinn ve ins, Cennet’i şenlendirmeyeceklerdi; bir cihette sahibsiz virane kalacaktı. Yirmidördüncü Söz’ün Dördüncü Dalında beyan edildiği gibi: Nasılki bülbülün güle karşı dasitane-i aşkı; taife-i hayvanatın, taife-i nebatata derece-i aşka baliğ olan ihtiyacat-ı şedide-i aşknümayı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanatın erzaklarını taşıyan kafile-i nebatata karşı ilân etmek için, bir hatib-i Rabbanî olarak, başta bülbülü gül ve her nev’den bir nevi bülbül intihab edilmiş ve onların nağamatı dahi, nebatatın en güzellerinin başlarında hoşâmedî nev’inden tesbihkârane bir hüsnü istikbaldir, bir alkışlamadır.

Aynen bunun gibi: Sebeb-i hilkat-ı eflâk ve vesile-i saadet-i dâreyn ve Habib-i Rabbül Âlemîn olan Zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a karşı,

Ses Yok