bütün âlemlerin geniş hududlarından berk ve burak sür’atinde geçer. Tâ saadet-i ebediyeyi bulur. Ve şu hakikatı kat’î isbat eder ve asfiya ve evliyaya gösterir.
Hem de Kur’anın hakikatı der ki: "Ey mü’min! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin ve noksan ve şerûr ve sana muzır olan nefs-i emmarene verme. Onu mahbub ve onun hevasını kendine mabud ittihaz etme. Belki sendeki o nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, nihayetsiz bir muhabbete lâyık, hem nihayetsiz sana ihsan edebilen, hem istikbalde seni nihayetsiz mes’ud eden, hem bütün alâkadar olduğun ve onların saadetleriyle mes’ud olduğun bütün zâtları, ihsanatıyla mes’ud eden, hem nihayetsiz kemalâtı bulunan ve nihayetsiz derecede kudsî, ulvî, münezzeh, kusursuz, noksansız, zevalsiz cemal sahibi olan ve bütün esması, nihayet derecede güzel olan ve her isminde pek çok envâr-ı hüsün ve cemal bulunan ve cennet bütün güzellikleriyle ve nimetleriyle, onun cemal-i rahmetini ve rahmet-i cemalini gösteren ve sevimli ve sevilen bütün kâinattaki bütün hüsün ve cemal ve mehasin ve kemalât,