93. Her adam için, heyet-i içtimâiyede -görmek ve görünmek için-mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kâmet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür ile tetâvül edecek; eğer kâmet-i kıymetinden aşağı ise, tevâzû ile tekavvüs edecek ve eğilecek; tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyâsı, küçüklüktür, yâni tevâzûdur. Küçüklüğün mizânı, büyüklüktür; yâni tekebbürdür.
94. Zaifin kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür olur; kavinin zaife karşı tevâzuu, zaifte tezellül olur. Bir ulülemrin makâmındaki ciddiyeti, vakardır mahviyeti, zillettir. Hânesindeki, ciddiyeti, kibirdir; mahviyeti tevâzûdur. Ferd mütekellim-i vahde olsa, müsâmahası ve fedakârlığı amel-i salihtir; mütekellim-i maalgayr olsa, hıyanettir, amel-i tâlihtir. Bir şahıs, kendi nâmına hazm-ı nefs eder, tefâhür edemez; millet nâmına tefâhür eder, hazm-ı nefs edemez.
95. Tertib-i mukaddematta "tefviz" tenbelliktir, terettüb-ü neticede tevekküldür. Semere-i sa’yine ve kısmetine rızâ kanaattır, meyl-i sa’yi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa, dûnhimmetliktir.