Hem istikra-i tâmme ve tecrübe-i umumî gösteriyor, netice veriyor ki:
Şer, kubh, çirkinlik, bâtıl, fenalık hilkat-ı kâinatta cüz’îdir. Maksud değil, tebaîdir ve dolayısıyladır. Yani meselâ çirkinlik, çirkinlik için kâinata girmemiş; belki güzelliğin bir hakikatı çok hakikatlara inkılab etmek için çirkinlik bir vâhid-i kıyasî olarak hilkata girmiş. Şer, hattâ şeytan dahi beşerin hadsiz terakkiyatına müsabaka ile vesile olmak için beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi cüz’î şerler, çirkinlikler, küllî güzelliklere, hayırlara vesile olmak için kâinatta halkedilmiş.
İşte kâinatta hakikî maksad ve netice-i hilkat istikra-i tâmme ile isbat ediyor ki; hayır ve hüsün ve tekemmül esastır ve hakikî maksud onlardır. Elbette beşer bu kadar zulmî küfriyatlarıyla zemin yüzünü mülevves ve perişan ettikleri halde, cezasını görmeden ve kâinattaki maksud-u hakikîye mazhar olmadan, dünyayı bırakıp ademe kaçamayacak. Belki Cehennem hapsine girecek.
Hem istikra-i tâmme ile ve fenlerin tahkikatıyla sabit olmuş ki; mahlukat içinde en