Elhüccetüz Zehra | Elhüccetüz Zehra | 16
(5-97)

Sâlisen: Hiç mümkün müdür ki; kendi kemâlâtını ve kudret ve rubûbiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip kemâl-i hikmetle her birisini bir vazife ile belki çok vazifelerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedî, hadsiz cilve-i esmâsını göstermek için kafile kafile arkasında, belki seyyar müteceddid dünya dünya arkasında ve mahlûkat tâifelerini bu misafirhâne-i âleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan uhrevî sinemalar ve berzahî fotoğraflarla sûretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra, başka tâife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve cilve-i esmâsına âyineler olmak için gönderen bir Sâni’-i Zülcelâl, bir Hâlık-ı Zülcemâl, bir Allah-ı Zülkemâl; bu fâni dünyada şuur ve akıl ile o Hâlık’ın bütün maksadlarına karşı mukabele eden ve bütün isti’dâdıyla o Hâlık’ı sevip sevdirip tanıyıp tanıttırıp hadsiz dualarla beka-i âhiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihayetsiz elemler aldığından, bütün fıtratı ve ruhu ve isti’dâdı ile ayn-ı lezzet olan hayat-ı bâkiyeyi isteyen bu nev’-i insan için bir dâr-ı mükâfat ve mücazat, bir haşir neşir olmasın? Hâşâ! Yüz bin def’a hâşâ ve kellâ!

İşte, bu kısacık işâretin îzahatı ve tâfsilâtı ve hüccetleri, parlak ve kuvvetli bir sûrette Risâle-i Nur’da bulunmasından, ona havale ederek bu pek uzun kıssayı kısa kesiyoruz.


* * *
Ses Yok