Konferans | Konferans | 6
(1-57)
        Hattâ o zamanlarda, Mısır Câmi-ül Ezher Üniversitesi reislerinden meşhur Şeyh Bahit Efendi, İstanbul’a bir seyahat için geldiğinde, şarkın sarp, yalçın kayaları arasından gelerek İstanbul’da bulunan Bedîüzzaman Said Nursî’yi ilzam edemeyen İslâm üleması, Şeyh Bahit’ten bu genç hocanın (Bedîüzzaman’ın) ilzam edilmesini isterler. Şeyh Bahit de, bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti, Ayasofya Câmii’nden çıkılıp “çayhane”ye oturulduğunda, bunu fırsat telakki eden Şeyh Bahit Efendi, Bedîüzzaman Said Nursî’ye hitaben: مَا تَقُولُ فِى حَقِّ اْلاَوْرُوبَا وَ الْعُثْمَانِيَّةِ Yani: “Avrupa ve Osmanlı Devleti hakkında ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?” Şeyh Bahit Efendi hazretlerinin bu sualden maksadı; Bedîüzzaman Said Nursî’nin, şek olmayan bir bahr-i umman gibi ilmini ve ateşpare-i zekâsını tecrübe etmek değildi. Zaman-ı istikbale ait şiddet-i ihatasını ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak fikrinde idi.
  
        Buna karşı, Bedîüzzaman’ın verdiği cevab şu oldu:
اِنَّ اْلاَوْرُوبَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيَّةِ فَسَتَلِدُ يَومًا مَا وَ اِنَّ الْعُثْمَانِيَّةَ حَامِلَةٌ بِاْلاَوْرُوبَائِيَّةِ فَسَتَلِدُ اَيْضًا يَوْمًا مَا    

        Yani: Avrupa bir İslâm Devletine, Osmanlı Devleti de bir Avrupa Devletine hâmiledir. Bir gün gelip doğuracaklardır.
        Bu cevaba karşı, Şeyh Bahit Hazretleri: “Bu gençle münazara edilmez. Ben de aynı kanaatta idim, fakat bu kadar veciz ve beligane bir tarzda ifade etmek, ancak Bedîüzzaman’a hastır.” demiştir. Nitekim Bedîüzzaman’ın dediği gibi, ihbaratın iki kutbu da tahakkuk etmiş. Bir iki sene sonra Meşrutiyet devrinde, şeair-i İslâmiyeye muhalif çok âdât-ı ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye’de yerleştirmekle; ve şimdi Avrupa’da Kur’an’a ve İslâmiyet’e karşı gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhâssa bahtiyar Alman Milletinde fevc fevc İslâmiyeti kabul etmek gibi hâdiseler, o ihbarı tamamıyla tasdik etmişlerdir.
  
        İşte büyük ülema-i İslâm ve meşayih-i kiram çok tecrübe ve imtihanlarla şöyle bir kanaata varmışlardır ki: Bedîüzzaman ne söylerse hakikattır. Bedîüzzaman’ın eserleri, sünuhat-ı kalbiye olup, cumhur-u ülemanın tasdik ve takdirine mazhardır.
        Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mekteb ve fen, Bedîüzzaman’ın eserlerinden sadece istifaza ve istifade ederler. Evet, üç aylık bir tahsili bulunan ve kırk seneden beri Kur’an-ı Kerim’den başka bir kitabla iştigal etmeyen, yüzotuzu Türkçe, onbeşi Arabça olan eserlerini te’lif ederken hiçbir kitaba müracaat etmediği, henüz hayatta olan kâtibleri tarafından şehadet edilen.. esasen kütübhanesi de bulunmayan, yarım ümmi bir zât, öyle misilsiz bir ilânatla, ulûm-u cedide de dâhil mütenevvi ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürşidlerle, genç yaşında yaptığı münazaraların hepsinde muvaffak olduğu meydandadır. İttifaklı olan mes’eleleri tasdik ve ihtilaflı olanları tashih eden, kendisi için “Bedîüzzaman’ın cevab veremeyeceği bir sual yoktur” diye allâmeler tarafından tasdik edilen; ve Avrupa’nın bir kısım idraksiz ve garazkâr feylesoflarının, müteşabih âyet-i kerime ve hadîs-i şeriflere yaptığı taarruzlarını, o âyet ve hadîslerin birer mu’cize olduğunu eserleriyle isbat ederek itirazlarını kökünden yıkan ve böylece evhama düşürülen bazı ehl-i ilmi de kurtarıp, İslâmiyet’e olan hücumları akîm bırakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhî bir müfessir-i Kur’an ve onun ilminin vehbî ve vasi’ olduğuna, eserleri olan Nur Risalelerinin bir hayat boyunca okunmaya lâyık hârika birer şaheser olduklarına şübhe edilemez.
  
Ses Yok