Hanımlar Rehberi | Hanımlar Rehberi | 14
(1-54)
        YEDİNCİ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığımın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılab ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kal’asının başına çıktım. O kal’a, tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kal’anın ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti’nin ihtiyarlığı ve Hilafet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı; bana gayet hazîn ve rikkatli ve firkatli bir halet içinde, o yüksek kal’ada geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihata eden dört-beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir halet-i ruhiye hissettiğimden, (Haşiye) bir nur, bir teselli, bir rica aradım.
  
        Sağa, yani mazi olan geçmiş zamana bakıp teselli ararken; bana mazi, pederimin ve ecdadımın ve nev’imin bir mezar-ı ekberi suretinde göründü, teselli yerine vahşet verdi.
       Sol tarafım olan istikbale derman ararken baktım. Gördüm ki: Benim ve emsalimin ve nesl-i âtinin büyük ve karanlıklı bir kabri suretinde göründü, ünsiyet yerine dehşet verdi.
       Sağ ile soldan tevahhuş edip hazır günüme baktım. O gafletli ve tarihvari nazarıma o hazır gün, yarım ölmekte ve hareket-i mezbuhanedeki ızdırab çeken cismimin cenazesini taşıyan bir tabut suretinde göründü.
       Sonra bu cihetten dahi me’yus olunca, başımı kaldırıp ömrümün ağacının başına baktım. Gördüm ki; o ağacın tek bir meyvesi var, o da benim cenazemdir; o ağaç üstünde duruyor, bana bakıyor. O cihetten dahi tevahhuş edip başımı aşağıya eğdim, o ömür ağacının aşağısına, köküne baktım. Gördüm ki: O aşağıda olan toprak, kemiklerimin toprağıyla, mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış bir surette ayaklar altında çiğneniyor gördüm. O da derman değil, belki derdime dert kattı.
  
       Sonra mecburiyetle arkama baktım. Gördüm ki; esassız, fâni olan dünya, hiçlik derelerinde ve yokluk zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem ararken, zehir ilâve etti. O cihette dahi hayır göremediğimden ön tarafıma baktım; ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki; kabir kapısı tam yolumun üstünde açık görünüp, ağzını açmış bana bakıyor. Onun arkasında ebed tarafına giden cadde ve o caddede giden kafileler uzaktan uzağa nazara çarpıyor.
        Ve bu altı cihetten gelen dehşetlere karşı bana nokta-i istinad ve silâh-ı müdafaa olacak, cüz’î bir cüz’-i ihtiyarîden başka birşey elimde yok. O hadsiz a’da ve hesabsız muzır şeylere karşı tek bir silâh-ı insanî olan o cüz’-i ihtiyarî; hem nâkıs, hem kısa, hem âciz, hem icadsız olduğundan, kesbden başka birşey elinden gelmez. Ne geçmiş zamana geçebilir, tâ ondan bana gelen hüzünleri sustursun ve ne de istikbale hulûl edebilir, tâ ondan gelen korkuları men’etsin. Geçmiş ve geleceklere ait emellerime ve elemlerime faidesi olmadığını gördüm.Bu altı cihetten gelen dehşet ve vahşet ve karanlık ve me’yusiyet içinde çırpındığım hengâmda, birden Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın semasında parlayan iman nurları imdada yetişti. O altı ciheti o kadar tenvir edip ışıklandırdı ki; gördüğüm o vahşetler, o karanlıklar yüz derece tezauf etse idi, yine o nur, onlara karşı kâfi ve vâfi idi. Bütün o dehşetleri birer birer teselliye ve o vahşetleri birer birer ünsiyete çevirdi. Şöyle ki:
  
Ses Yok