Münazarat | Münazarat | 37
(1-37)
Muvasalatımın ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediği odaya devam eden zevata; mütevekkilen alallah, akşam ile yatsı arasında Risale-i Nur’u okumağa başladım.
Sevgili Üstadım! Evvelce arzettiğim vechile ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum. O da, üstadım olan dellâl-ı Kur’an’ın vazife-i memure-i maneviyesini îfada kendilerine pek cüz’î bir yardım ve Kur’an hesabına cüz’î bir hizmetkârlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur’an’dan hakikat-ı iman ve İslâm hesabına vaki’ olacak istihraç ve tecelliyattan mahrum bırakılmamaklığımı hâssaten istirham ediyorum.
İnşâallah müstecab olan duanızla Allah-u Zülcelal, Risale-i Nur hizmetinde ümid ve arzu ettiğim neticeye vâsıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi âhir nefeste iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammeden-il Mustafa (Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) Efendimize ve siz muhterem üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle a’mal-i hakikiyeye nâil buyurur.
Evet İslâmiyet gibi bir âlî tarîkatım, acz u fakrı Allah’a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyid-ül Mürselîn gibi bir rehberim, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velayete erişmek gibi ulvî bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.
Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, “Tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba’-ı sünnet et, yedi kebairi işleme!” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risale-i Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim. Ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.
Gönül isterdi ki, o muazzam Sözler’e sönük yazılarımla biraz uzun cevab yazayım. Fakat buna muvaffak olamıyorum. Kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber uhdeme verilmiş olan birkaç maddî vazifelerin taht-ı tesirinde dimağım meşgul ve âdeta meşbu’ olduğundan, o mübarek cevherlerinize mukabil âdi boncuk bile ibraz edemeyeceğim.
Biliyorsunuz ki, çok ifadelerimde sizi taklid ettiğimin birinci sebebi, merbutiyet-i hâlisanemin; ikincisi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliğidir. Fakat mübarek Yirmidördüncü Söz’de misali geçen fakir gibi, ben de derim: Ey sevgili Üstadım, eğer gücüm yetse, elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkeb cümlelerle size maruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki, yok. Niyetime göre muamele buyurunuz.
Sevgili Üstadım! Evvelce arzettiğim vechile ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum. O da, üstadım olan dellâl-ı Kur’an’ın vazife-i memure-i maneviyesini îfada kendilerine pek cüz’î bir yardım ve Kur’an hesabına cüz’î bir hizmetkârlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Hazret-i Kur’an’dan hakikat-ı iman ve İslâm hesabına vaki’ olacak istihraç ve tecelliyattan mahrum bırakılmamaklığımı hâssaten istirham ediyorum.
İnşâallah müstecab olan duanızla Allah-u Zülcelal, Risale-i Nur hizmetinde ümid ve arzu ettiğim neticeye vâsıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi âhir nefeste iman ve tevfik ve saadet-i bâkiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammeden-il Mustafa (Sallallahu Teâlâ Aleyhi ve Sellem) Efendimize ve siz muhterem üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle a’mal-i hakikiyeye nâil buyurur.
Evet İslâmiyet gibi bir âlî tarîkatım, acz u fakrı Allah’a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyid-ül Mürselîn gibi bir rehberim, Kur’an-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velayete erişmek gibi ulvî bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.
Üstadım bana ve dinleyen her zevi-l ukûle, “Tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır, beş vakit namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbihleri yap, ittiba’-ı sünnet et, yedi kebairi işleme!” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risale-i Nur ile verilen derslere, Kur’an’dan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden belî dedim, tasdik ettim. Ve bana böylece hakikat dersini veren bu zâta da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.
Gönül isterdi ki, o muazzam Sözler’e sönük yazılarımla biraz uzun cevab yazayım. Fakat buna muvaffak olamıyorum. Kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber uhdeme verilmiş olan birkaç maddî vazifelerin taht-ı tesirinde dimağım meşgul ve âdeta meşbu’ olduğundan, o mübarek cevherlerinize mukabil âdi boncuk bile ibraz edemeyeceğim.
Biliyorsunuz ki, çok ifadelerimde sizi taklid ettiğimin birinci sebebi, merbutiyet-i hâlisanemin; ikincisi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliğidir. Fakat mübarek Yirmidördüncü Söz’de misali geçen fakir gibi, ben de derim: Ey sevgili Üstadım, eğer gücüm yetse, elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkeb cümlelerle size maruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki, yok. Niyetime göre muamele buyurunuz.
Hulusi
Ses Yok