Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Risale-i Nur’dan fıkralar ve mektublar | 6
(1-21)
         Sadakatte meşhur olan Barla’lı Süleyman’ın vazife-i sadakatını tamamıyla yapan Isparta Süleyman’ı Rüşdü’nün bir fıkrasıdır.
         Aziz Üstadım!
        Kardeşlerimin Yirmiyedinci Mektub’a giren fıkralarını, kendi fikrime ve hissiyatıma muvafık bulduğumdan, onlar bu nokta-i nazardan kendi fıkralarımdır diye başka fıkra yazmağa lüzum görmedim. Fakat bu âhirlerde Risale-i Nur’un kerametine temas eden bazı hâdiseler benimle de münasebetdar olarak vücuda geldiğinden, ondan bir ihtar hükmünde idi ki, onlar münasebetiyle benim de bir hususî fıkram kardeşlerimin hususî fıkraları içine girsin diye o hâdiselerden bazı latif tevafukatı ve bazı rü’ya-yı sadıkayı ve birkaç hâdiseyi yazıyorum.
        Bu rü’yalar, birbirine yakın ve birkaç gün zarfında görülmüş ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm içinde bulunduğu cihetle, rü’ya-yı sadıkadır. Çünki hadîsçe sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen rü’yada şeytan o rü’yaya karışamıyor. Bu rü’ya-yı sadıkadan herbiri, -gerçi rü’yadır, delil ve hüccet olamaz- fakat herbirinin aynı mealde ittifakları, bir müjde veriyor ve Risale-i Nur’un makbuliyetine ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın daire-i rızasında bulunduğuna bizlere kanaat veriyor. Ezcümle:
        Birincisi: Risale-i Nur şakirdlerinden Rıza görüyor: Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, câmide Hazret-i Ebu Bekir-is Sıddık Radıyallahü Anh’a emrediyor: “Çık hutbe oku.” Ebu Bekir-is Sıddık koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaate der ki: “Bu söylediğim hakikatların izahatı Yirmidokuzuncu Söz’dedir.”
        İkincisi: Risale-i Nur’un şakirdlerinden Osman Nuri diyor ki: Rü’yamda, şemail-i şerife muvafık, gayet nuranî bir surette Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın bir yaveri geliyor. Kapılar birdenbire kendi kendine açıldı. Risale-i Nur naşirlerinin Üstadı olan zât içeriye girdi. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, Üstadımıza şefkatkârane bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım.
        Üçüncüsü: Risale-i Nur şakirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendi’dir. Rü’yada ona diyorlar ki: “Senin o köşküne Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm gelmiş.” O da koşarak gidip, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı çok nuranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.
        Dördüncüsü: Risale-i Nur şakirdlerinden Nazmi’dir. Rü’yasında ona diyorlar ki: “Risale-i Nur şakirdleri imansız ölmezler, kabre iman ile girerler.”
        Bu rü’yalar Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ile münasebetdar olmak cihetiyle, o rü’yalar zamanında “Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi” münasebetiyle latif ve küçük bir-iki tevafukun letaifini zikredeceğim. Şöyle ki:
        Risale-i Nur eczalarından birkaç vecihle kerameti görülen, mu’cizat-ı Ahmediyeye dair Ondokuzuncu Mektub’un tashihi zamanında, yedi mu’cizat-ı Ahmediyeye (A.S.M.) mazhar yedi çocuğun bahsine geldiği vakitte, Meliha isminde yedi yaşındaki kızım, umulmadık bir vakitte hanemden çıkıp Üstadımın oturduğu köşke geldi, o yedi çocuk bahsini masumane çocukçasına dinlemeye başladı. Çay içmesini çok sevdiği halde, kendine verildi, çocukların bahsi bitinceye kadar içmedi.
        O saatten on dakika evvel, hem Ondokuzuncu Mektub, hem Mi’rac Risalesi ayrı ayrı tashih ediliyordu. Ondokuzuncu Mektub’un yüz elli sahifesi içinde birtek sahifede kuru direğin ağlamasından bahis var. Mi’rac Risalesi’nde altıyüz satırdan birtek satır ondan bahseder. Muhtelif tarzlarda, muhtelif vakitte, muhtelif adamlar, muhtelif kitablarda birden birtek sözü söylediklerini ben işittim. O da, kuru direğin ağlaması idi. Herbiri iki kişiden ibaret iki kısım tashihçiler, aynı kelime üstündedirler, o kelimeyi söylüyorlardı. Ben hayret ile dedim: “İki taraf da bir kelimeyi söylüyorsunuz.” Sonra baktık. Mi’racın tashihi aynı kelimeye geldiği gibi, Ondokuzuncu Mektub’un tashihi de aynı kelime üzerindedir. Biz hazır olanlar şübhemiz kalmadı ki, yedi yaşında Meliha’nın yedi çocuk bahsine tevafuku ve bu iki kısım musahhihlerin aynı kelimede ittifakları, o Mu’cizat-ı Ahmediye bahsinin bir kerametinin bir şuaıdır.
        Yine Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın mektubuyla münasebetdar üçüncü bir tevafuk: Milas’tan gelen ve oraya gönderilen kitabların listesini bir sebebe binaen saklamak lâzım gelmişti. Üstadım, bu listeyi saklamak için bana verdiğini biliyormuş. Bir gün o listeye lüzum olacağını düşünerek, benden isteyecekti. Fakat istememişti. O gece kalkar, o listeyi seccadesinin yanında görür, hayret eder. Bu saklandığı yerden çıkıp, nasıl burada bulunsun? Sabahleyin benden soruyor. “Ben getirmedim, haberim yok” dedim. Zâten gece yanına çıkmamıştım. Bunda bir mana var. Biz düşündük, aynı gün Milas’tan listeye göre kitab istemeye bir hak kazanmak için, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Mısır Azizi Mukavkis’e yazdığı mektub, eski Mısırlılara ait kitablar içinde bulunarak İstanbul’a gönderilmiş. Bu mektubun fotoğrafla alınan aynının bir sureti, o gecenin gündüzünde bize geldi, o geceki liste hâdisesine tevafuk etti. Bunda şübhemiz kalmadı ki, saklı olan o listenin kendi kendine orada bulunması, bu mektub-u Nebeviyenin gelmesine bir istikbal ve bir işaret idi.
        İşte o günlerde Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm rü’yada Risale-i Nur’la münasebetdar görülmesi ve mektub da aynı vakitte gelmesi, o günlerde te’lif edilen hastalara ait yirmibeş deva-yı maneviyeyi beyan eden Yirmibeşinci Lem’a ve iktisada ait Ondokuzuncu Lem’a ve onların akabinde ihtiyarlara ait yirmialtı ricayı beyan eden Yirmialtıncı Lem’anın te’lif zamanlarına tevafuk etmesi şübhe bırakmıyor ki; bu üç risale, Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ın makbuliyetine mazhar olmuş.
        Yine Risale-i Nur’la münasebeti tahakkuk eden hâdiselerden birisi de şudur ki: Risale-i Nur’un Isparta’ya medar-ı bereket olduğunu çok emarelerle gördük ve görüyoruz. Ezcümle:
        Şükrü Efendi hem kendi köşkünü, hem merhum kardeşi Nuri Efendi’nin köşkünü Risale-i Nur’un ders ve te’lifine verdiği bir zamanda, onun şehirdeki evine muttasıl büyük bir haliçe binası ateş aldı. Bütün o büyük bina yandığı halde, Şükrü Efendi’nin evine sirayet etmedi, hattâ yanan haliçe binasının müştemilatından olup, haliçe binası ile Şükrü Efendi’nin hanesine bitişik olan ahşap odunluk dahi yanmadı. Bu vaziyeti gören herkes hayret içinde kaldı. Fakat Risale-i Nur ile alâkaları olanların şübheleri kalmadı ki; Şükrü Efendi Risale-i Nur’un te’lifine bu iki köşkü verdiği için, onun bereketiyle hârika bir surette hem kendi hanesi, hem merhum kardeşinin hanesi o müdhiş yangından kurtuldu.
Dinle
-