Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 3
(1-68)
        Tenbih: Ben bu âyet-i nuriyenin işaretlerini elektrik ve Resail-in Nur’un hatırı için beyan etmedim. Belki bu âyetin i’caz-ı manevîsinin bir şubesinden bir lem’asını göstermek istedim.
        Elhasıl: Bu âyet-i kudsiye sarih manasıyla Nur-u İlahî ve Nur-u Kur’anî ve Nur-u Muhammedî’yi (A.S.M.) ders verdiği gibi, mana-yı işarîsiyle de her asra baktığı gibi, onüçüncü asrın âhirine ve ondördüncü asrın evveline dahi bakar ve dikkatle baktırır. Ve bu iki asrın âhir ve evvellerinde en ziyade nazara çarpan ve en ziyade münasebet-i maneviyesi bulunan ve bu âyetin umum cümlelerinin muvafakatlarını ve mutabakatlarını en ziyade kazanan elektrik ile Resail-in Nur olduğundan doğrudan doğruya mana-yı remziyle bakar diye bana kanaat-ı kat’iyye verdiğinden çekinmeyerek kanaatımı yazdım. Hata etmiş isem Erhamürrâhimîn’den rahmetiyle afvetmesini niyaz ediyorum. Resail-in Nur’un bu âyetin iltifatına liyakatını anlamak isteyen zâtlar, hangi risaleye dikkatle baksalar anlarlar. Hiç olmazsa Eskişehir hapishanesinin bir meyvesi olan Otuzuncu Lem’a namındaki altı esma-i İlahiyeye dair Altı Nükte Risalesine, hiç olmazsa o Lem’adan İsm-i Hayy ve Kayyum’a dair Beşinci ve Altıncı Nükte’lere dikkatle baksa elbette tasdik eder.
        Resail-in Nur’a işaret eden İkinci Âyet: فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ âyet-i meşhuresidir ki, شَيَّبَتْنِى سُورَةُ هُودٍ hadîsinin vüruduna sebeb olmuş. ِاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ nin işareti Sekizinci Lem’ada tafsilen beyan edildiği gibi, Sure-i Hud’da فَمِنْهُمْ شَقِىٌّ  وَ سَعِيدٌ ilâ âhirihî âyetinin iki kuvvetli işaret veren sahifesinin mukabilindeki gayet meşhur bir âyetidir. Makam-ı cifrîsi bin üçyüz üç (1303) ederek, hem Sure-i Şûra’nın ikinci sahifesinde وَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ ise, bin üçyüz dokuz (1309) ederek o tarihte umum muhatabları içinde birisine hususan Kur’an hesabına iltifat edip istikametle emreder ki; birinci tarih ise, Resail-in Nur müellifinin Risale-i Nur’u netice veren ulûmun tahsiline başladığı tarihtir. Ve ikinci âyetin tarihi ise, o müellifin hârika bir surette pek az bir zamanda ilimce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ayda ve bir kış içinde onbeş senede medresece okunan yüz kitabdan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meşhur ülemasının yanında o üç ayın mahsulü onbeş senesinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imtihanlarla (Haşiye) ve hangi ilimden olursa olsun sorulan her suale karşı cevab-ı savab vermekle isbat ettiği aynı tarihe, tam tamına tevafukla remzen Risale-i Nur’un istikametine bir işarettir.
        Üçüncü Âyet-i Meşhure: وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا âyeti kuvvetli münasebet-i maneviyesiyle beraber cifirce bin üçyüz kırkdört (1344) eder ki, o tarihte Risale-i Nur’un şakirdleri gibi bu âyetin manasına daha ziyade mazhar olanlar zahiren görülmüyor. Demek bu âyet, manasının müteaddid tabakalarından işarî bir tabakadan ve remzî bir perdeden Kur’anın parlak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel nâzil olan Sure-i Alak’ta اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى âyeti manasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki; bin üçyüz kırkdörtte nev’-i insan içinde firavunane emsalsiz bir tuğyan, bir inkâr çıkacak. وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا âyeti ise, o tuğyana karşı mücahede edenleri sena ediyor.
        Evet harb-i umumî neticelerinden hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâmiyet çok zarar gördüler. Nev’-i insanın, hususan Avrupa’nın mağrur ve cebbarları, bilhâssa birisi, kuvvet ve gınaya ve paraya istinad ederek firavunane bir tuğyana girdiklerinden, o hususî insanlar nev’-i beşeri mes’ul ediyor diye insan ism-i umumîsiyle tabir edilmiş. Eğer لَنَهْدِيَنَّهُمْ deki şeddeli “nun” bir “nun” sayılsa, bin ikiyüz doksandört (1294) eder ki Risalet-ün Nur müellifinin besmele-i hayatıdır ve tarih-i veladetinin birinci senesidir. Eğer şeddeli “lâm” iki “lâm” ve “nun” bir sayılsa, o vakit bin üçyüz yirmidörtte (1324) hürriyetin ilânı hengâmında mücahede-i maneviye ile tezahür eden Risale-in Nur müellifinin görünmesi tarihidir.
        Dördüncü Âyet-i Meşhure:  وَلَقَدْ آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى âyetidir. Şu cümle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve Fatiha Suresi’ni müsenna senasıyla ifade ettiği gibi, Kur’anın müsenna vasfına lâyık bir bürhanı ve altı erkân-ı imaniye ile beraber hakikat-ı İslâmiyet olan yedi esası, Kur’anın seb’a-i meşhuresini parlak bir surette isbat eden ve “Seb’a-l Mesanî” nuruna mazhar bir âyinesi olan Risale-in Nur’a cifirce dahi işaret eder. Çünki آتَيْنَاكَ سَبْعًا مِنَ الْمَثَانِى makam-ı ebcedîsi binüçyüz otuzbeş (1335) adediyle Risale-in Nur’un Fatihası olan İşarat-ül İ’caz tefsirinin Fatiha Suresi’yle Elbakara Suresi’nin başına ait kısmı basmakla intişar tarihi olan bin üçyüz otuzbeş veya altıya tevafukla remzî bir perdeden ona baktığına bir emaredir.
-----------------------------------------------------------
HAŞİYE Bu beyanat-ı methiye Said’e ait değildir. Belki Kurân’ın bir tilmizini, bir hâdimini Said (r.a.) lisanıyla ve hâliyle târif eder, tâ hizmetine itimat edilsin.
Dinle
-