Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 66
(1-68)
Risale-i Nur ve Tercümanına Gelince: Bu eser-i âlîşanda şimdiye kadar emsaline rastlanmamış bir feyz-i ulvî ve bir kemal-i nâmütenahî mevcud olduğundan ve hiçbir eserin nail olmadığı bir şekilde meş’ale-i İlahiye ve şems-i hidayet ve neyyir-i saadet olan Hazret-i Kur’anın füyuzatına vâris olduğu meşhud olduğundan; onun esası nur-u mahz-ı Kur’an olduğu ve evliyaullahın âsârından ziyade feyz-i envâr-ı Muhammediyeyi hâmil bulunduğu ve Zât-ı Pâk-i Risalet’in ondaki hisse ve alâkası ve tasarruf-u kudsîsi evliyaullahın âsârından ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan manevî zâtın mazhariyeti ve kemalâtı ise o nisbette âlî ve emsalsiz olduğu güneş gibi aşikâr bir hakikattır.
Evet o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu’cize-i fıtrattır, tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa olsun vaki’ olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş, ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla “Bedîüzzaman” ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedî’nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam halinde rû-nüma olmuş olan böyle bir zât elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin en yüksek iltifatına mazhar ve en âlî himaye ve himmetine naildir. Ve şübhesiz o Nebiyy-i Akdes’in emr u fermanı ile yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envâr ve hakaikına vâris ve ma’kes olan bir zât-ı kerim-üs sıfattır.
Envâr-ı Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyeyi ve füyuzat-ı şem’-i İlahîyi en müşa’şa’ bir şekilde parlatması ve Kur’anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, o zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem’-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.
Üçüncü Medrese-i Yusufiye’nin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini dinleyen Nur Şakirdleri namına
Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, Zübeyr, Ceylan, Sungur, Tabancalı
Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiblerinin hatırlarını kırmağa cesaret edemedim. Sükût ederek o medhi Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsi namına kabul ettim.
Müellifin vasiyetnamesi münasebetiyle, Halil İbrahim’in Risale-i Nur hakkında, Nur şakirdleri namına yazdığı bir fıkrasının bir parçasıdır.
Risale-in Nur âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’aniyedir ki; onun tel ve lâmbaları, âyine ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve i’cazdarane bastedilmiştir ki; yarın her ilim ve fen adamları ve her meşreb ve meslek sahibleri ilim ve iktidarları mikdarınca âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir. Zira Risale-in Nur, menşur-u Kur’andır.
Risale-in Nur mü’minlere; hedaya-yı hidayet, vesile-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyyaz-ı Rahman’dır.
Risale-in Nur kâinata, nevbaharın feyzini veren bir âb-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.
Risale-in Nur lütf-u Yezdan, kemal-i iman, işarat-ı Kur’an ve bereket-i ihsandır.
Risale-in Nur kâfire hüsran, münkire tokat, dalalete düşmandır.
Risale-in Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevahir ve menba-i envârdır.
Risale-in Nur hakikat-ı Kur’an ve mi’rac-ı imandır.
Risale-in Nur sertac-ı evliya, sultan-ül eser ve zübdet-ül meâni ve atâyâ-yı İlahî ve hedaya-yı Sübhanî’dir.
Risale-in Nur bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenz-ül maarif ve bahr-ül mekârimdir.
Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve mâ-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rîh-ı reyhan ve misk-i anberdir.
Risale-i Nur mev’id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müeyyid-i Haydarî (R.A.) ve teavün-ü Gavsî (K.S.) ve tavsiye-i Gazalî (K.S.) ve ihbar-ı Farukîdir (K.S.).
Risale-in Nur Şems-i Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın elvan-ı seb’ası, Risale-in Nur’un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı ledünniyat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlm-ül Kelâm, hem bir kitab-ı İlm-i İlahiyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san’at, hem bir kitab-ı belâgat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet ve muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır.
Evet o zât daha hal-i sabavette iken ve hiç tahsil yapmadan zevahiri kurtarmak üzere üç aylık bir tahsil müddeti içinde ulûm-u evvelîn ve âhirîne ve ledünniyat ve hakaik-i eşyaya ve esrar-ı kâinata ve hikmet-i İlahiyeye vâris kılınmıştır ki, şimdiye kadar böyle mazhariyet-i ulyaya kimse nail olmamıştır. Bu hârika-i ilmiyenin eşi aslâ mesbuk değildir. Hiç şübhe edilemez ki; Tercüman-ı Nur, bu haliyle baştan başa iffet-i mücesseme ve şecaat-ı hârika ve istiğna-yı mutlak teşkil eden hârikulâde metanet-i ahlâkiyesi ile bizzât bir mu’cize-i fıtrattır, tecessüm etmiş bir inayettir ve bir mevhibe-i mutlakadır.
O zât-ı zîhavarık daha hadd-i büluğa ermeden bir allâme-i bîadîl halinde bütün cihan-ı ilme meydan okumuş, münazara ettiği erbab-ı ulûmu ilzam ve iskât etmiş, her nerede olursa olsun vaki’ olan bütün suallere mutlak bir isabetle ve aslâ tereddüd etmeden cevab vermiş, ondört yaşından itibaren üstadlık pâyesini taşımış ve mütemadiyen etrafına feyz-i ilim ve nur-u hikmet saçmış, izahlarındaki incelik ve derinlik ve beyanlarındaki ulviyet ve metanet ve tevcihlerindeki derin feraset ve basiret ve nur-u hikmet, erbab-ı irfanı şaşırtmış ve hakkıyla “Bedîüzzaman” ünvan-ı celilini bahşettirmiştir. Mezaya-yı âliye ve fezail-i ilmiyesiyle de din-i Muhammedî’nin neşrinde ve isbatında bir kemal-i tam halinde rû-nüma olmuş olan böyle bir zât elbette Seyyid-ül Enbiya Hazretlerinin en yüksek iltifatına mazhar ve en âlî himaye ve himmetine naildir. Ve şübhesiz o Nebiyy-i Akdes’in emr u fermanı ile yürüyen ve tasarrufuyla hareket eden ve onun envâr ve hakaikına vâris ve ma’kes olan bir zât-ı kerim-üs sıfattır.
Envâr-ı Muhammediyeyi ve maarif-i Ahmediyeyi ve füyuzat-ı şem’-i İlahîyi en müşa’şa’ bir şekilde parlatması ve Kur’anî ve hadîsî olan işarat-ı riyaziyenin kendisinde müntehî olması ve hitabat-ı Nebeviyeyi ifade eden âyât-ı celilenin riyazî beyanlarının kendi üzerinde toplanması delaletleriyle, o zât hizmet-i imaniye noktasında risaletin bir mir’at-ı mücellası ve şecere-i risaletin bir son meyve-i münevveri ve lisan-ı risaletin irsiyet noktasında son dehan-ı hakikatı ve şem’-i İlahînin hizmet-i imaniye cihetinde bir son hâmil-i zîsaadeti olduğuna şübhe yoktur.
Üçüncü Medrese-i Yusufiye’nin Elhüccetüzzehra ve Zühretünnur olan tek dersini dinleyen Nur Şakirdleri namına
Ahmed Feyzi, Ahmed Nazif, Salahaddin, Zübeyr, Ceylan, Sungur, Tabancalı
Benim hissemi haddimden yüz derece ziyade vermeleriyle beraber, bu imza sahiblerinin hatırlarını kırmağa cesaret edemedim. Sükût ederek o medhi Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsi namına kabul ettim.
Said Nursî
* * *
Müellifin vasiyetnamesi münasebetiyle, Halil İbrahim’in Risale-i Nur hakkında, Nur şakirdleri namına yazdığı bir fıkrasının bir parçasıdır.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Risale-i Nur nurdan bir ibrişimdir ki, kâinat ve kâinattaki mevcudatın tesbihatları onda dizilmiştir.Risale-in Nur âhize ve nâkile ile mücehhez bir radyo-yu Kur’aniyedir ki; onun tel ve lâmbaları, âyine ve bataryaları hükmündeki satırları, kelimeleri, harfleri öyle intizamkârane ve i’cazdarane bastedilmiştir ki; yarın her ilim ve fen adamları ve her meşreb ve meslek sahibleri ilim ve iktidarları mikdarınca âlem-i gayb ve âlem-i şehadetten ve ruhaniyat âleminden ve kâinattaki cereyan eden her hâdisattan haberdar olabilir. Zira Risale-in Nur, menşur-u Kur’andır.
Risale-in Nur mü’minlere; hedaya-yı hidayet, vesile-i saadet, mazhar-ı şefaat ve feyyaz-ı Rahman’dır.
Risale-in Nur kâinata, nevbaharın feyzini veren bir âb-ı hayat ve ayn-ı rahmet ve mahz-ı hakikat ve bir gülzar-ı gülistandır.
Risale-in Nur lütf-u Yezdan, kemal-i iman, işarat-ı Kur’an ve bereket-i ihsandır.
Risale-in Nur kâfire hüsran, münkire tokat, dalalete düşmandır.
Risale-in Nur bir kenz-i mahfî ve bir sandukça-i cevahir ve menba-i envârdır.
Risale-in Nur hakikat-ı Kur’an ve mi’rac-ı imandır.
Risale-in Nur sertac-ı evliya, sultan-ül eser ve zübdet-ül meâni ve atâyâ-yı İlahî ve hedaya-yı Sübhanî’dir.
Risale-in Nur bir bahr-i hakaik ve bir sırr-ı dekaik ve kenz-ül maarif ve bahr-ül mekârimdir.
Risale-i Nur hastalara şifahane-i hikmet ve mâ-i zemzem, sağlara maişet-i hakikat ve rîh-ı reyhan ve misk-i anberdir.
Risale-i Nur mev’id-i Ahmedî (A.S.M.) ve müeyyid-i Haydarî (R.A.) ve teavün-ü Gavsî (K.S.) ve tavsiye-i Gazalî (K.S.) ve ihbar-ı Farukîdir (K.S.).
Risale-in Nur Şems-i Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın elvan-ı seb’ası, Risale-in Nur’un menşur-u hakikatında tam tecelli ettiğinden, hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem bir kitab-ı ledünniyat, hem bir kitab-ı tasavvuf, hem bir kitab-ı mantık, hem bir kitab-ı İlm-ül Kelâm, hem bir kitab-ı İlm-i İlahiyat, hem bir kitab-ı teşvik-i san’at, hem bir kitab-ı belâgat, hem bir kitab-ı isbat-ı vahdaniyet ve muarızlarına bir kitab-ı ilzam ve iskâttır.
Dinle
-