"Said" ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden "Eyvah!" dedim. Birden o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi: "Aklın başına geldi mi?" Dedim: "Evet geldi fakat kuvvet kalmadı, çare yok." Dedi: "Tövbe et, tevekkül et." Dedim: "Ettim!"
Ayıldım... Eski Said kaybolmuş. Yeni Said olarak kendimi gördüm.
İşte o vakıa-i hayaliyeyi, Allah hayr etsin biriki kısmını ben tabir edeceğim, sair cihetleri sen kendin tabir et.
O yolculuk ise; âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen ebedül âbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altun ise, altmış sene ömürdür ki; bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırkbeş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok, fakat bâki kalan onbeşinden yarısını âhirete sarfetmek için Kur’an-ı Hakîm’in hâlis bir tilmizi beni irşad etti. O han ise, benim için İstanbul imiş.