İşaratu-l İcaz | Tevhidin İsbatı | 87
(86-104)

Evet, kâinatın herbir nev’ine dâir bir fen teşekkül etmiş veya etmektedir. Fen ise kavaid-i külliyeden ibârettir. Kaidenin külliyeti ise, nizamın yüksekliğine ve güzelliğine delâlet eder. Zîra nizamı olmayanın külliyeti olamaz. Meselâ: “Her âlimin başında beyaz bir imâme var.” Külliyetle söylenilen şu hüküm, ulemâ nev’inde intizamın bulunmasına bakar. Öyle ise, umûmî bir teftiş neticesinde fünûn-u kevniyeden herbirisi, kaidelerinin külliyeti ile kâinatta yüksek bir nizamın bulunmasına bir delildir. Ve herbir fen nurlu bir bürhan olup, mevcûdâtın silsilelerinde salkımlar gibi asılıp sallanan maslahat semerelerini ve ahvâlin değişmesinde gizli olan faideleri göstermekle Sâni’in kasd ve hikmetini i’lân ediyorlar. Âdeta vehim şeytanlarını tardetmek için herbir fen, birer necm-i sâkıbdır. Yâni bâtıl vehimleri delip yakan birer yıldızdırlar.

Ey arkadaş! O nizamı bulmak için umum kâinatı araştırmaktansa, şu misâle dikkat et, matlubun hasıl olur: Göz ile görünmeyen bir mikrop, bir hayvancık, küçüklüğüyle beraber pek ince ve gârib bir makine-i İlâhîyyeyi hâvidir. O makine mümkinattan olduğundan, vücûd ve ademi mütesavidir. İlletsiz vücûda gelmesi muhaldir. O makinenin bir illetten vücûda geldiği zarûridir. O illet ise, esbâb-ı tabiiye değildir. Çünkü, o makinedeki ince nizam, bir ilim ve şuurun eseridir. Esbâb-ı tabiiye ise ilimsiz, şuursuz, camid şeylerdir. Akılları hayrette bırakan o ince makinenin esbâb-ı tabiiyeden neş’et ettiğini iddia eden adam, esbâbın herbir zerresine Eflâtun’un şuurunu, Calinos’un hikmetini i’ta etmekle beraber; o zerrât arasında bir muhaberenin de mevcûd olmasını i’tikâd etmelidir. Bu ise, öyle bir safsata ve öyle bir hurafedir ki, meşhur sofestaîyi bile utandırıyor. Maahâza esbâb-ı maddiyede esas ittihaz edilen kuvve-i cazibe ile kuvvet-i dafianın, inkısama kabiliyeti olmayan bir cüz’de birlikte içtimaları iltizam edilmiştir. Halbuki bunlar birbirlerine zıd olduklarından, içtimaları caiz değildir. Fakat cazibe ve dafia kanunlarından maksad, “Âdâtullah” ile ta’bir edilen kavanin-i İlâhîyye ise ve tabiatla tesmiye edilen şerîat-ı fıtriye ise, câizdir. Lâkin kanunluktan tabiata, vücûd-u zihnîden vücûd-u haricîye, umûr-u i’tibâriyeden umûr-u hakîkiyeye, âlet olmaktan müessir olmaya çıkmamak şartiyle makbûldür. Aksi takdirde câiz değildir.

Ey arkadaş! Misâl olarak gösterdiğim o küçük hurdebînî hayvancığın yâni mikrobun büyük fabrikasındaki nizam ve intizamı aklın ile gördüğün takdirde başını kaldır, kâinata bak! Emin ol ki, kâinatın vuzuh ve zuhuru nisbetinde o yüksek nizamı, kâinatın sahifelerinde pek zâhir ve okunaklı bir şekilde görüp okuyacaksın.

Səs yoxdur