Evet; şuursuz, ihtiyarsız, câmid, basit olan esbâb-ı tabiiyenin, bütün akılları hayrette bırakan o enva’ silsilelerinin îcadına kabiliyeti olduğu dâire-i imkândan hariçtir. Ve keza kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı gârib ve birer san’at-ı acib taşıyan o enva’ın ihtiva ettikleri efradın da ihtira’ ve yaradılışlarını o esbâba isnad etmek, yalnız bir muhalin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binâenaleyh o silsileleri teşkil eden enva’ ile efrad, hudûs ve imkân lîsaniyle, Hâlıklarının vücûb-u vücûduna kat’i bir şehâdetle şehâdet ediyorlar.
Sual: Bütün silsilelerin Hâlık’ın vücûb-u vücûduna kat’i şehâdetleri gözönünde olduğu halde, ba’zı insanların madde ile maddenin hareketinin ezeliyeti cihetine zâhib olmakla dalâlete düştüklerinin esbâbı nedendir?
Cevab: Kasd ve dikkatle değil, sathî ve dikkatsiz bir nazarla, muhal ve bâtıla, mümkin nazariyle bakılabilir. Meselâ:
Bir bayram akşamı, gökte ay ve hilâli arayanlar içinde ihtiyar bir zât da bulunur. Bu zât, gökteki hilâli görmek için bütün kasd ve dikkatiyle nazarını göğe tevcih edip hilâli araştırmakla meşgul iken, gözünün kirpiklerinden uzanan ve gözünün hadekası üzerine eğilen beyaz bir kıl nasılsa gözüne ilişir. O zât derhal “Hilâli gördüm” der. “İşte bu gördüğüm Ay’dır” diye hükmeder.
İşte sathî ve dikkatsiz nazarlar bu gibi hatalara düştükleri gibi, yüksek bir cevhere ve mükerrem bir mâhiyete mâlik olan insan, kasdı ve dikkati ile dâima hak ve hakîkatı ararken, ba’zan sathî ve dikkatsiz bir nazarla bâtıla bakar. O bâtıl da ihtiyarsız, talebsiz, da’vetsiz fikrine gelir. Fikri de çar-nâçar alır saklar, yavaş yavaş kabul ve tasdikine de mazhar olur. Fakat onun o bâtılı kabul ve tasdiki, bütün hikmetlerin mercii olan nizam-ı âlemden gaflet etmesinden ve madde ile hareketinin ezeliyete zıd olduğuna körlük gösterdiğinden ileri gelmiştir ki, şu gârib nakışları ve acib san’at eserlerini esbâb-ı camideye isnad etmek mecbûriyetiyle o dalâletlere düşmüşlerdir.
Hüseyin-i Cisrî’nin dediği gibi, âsâr-ı medeniyetle müzeyyen ve bütün zînetlere müştemil bir eve giren bir adam, ev sâhibini göremediğinden o zîneti, o esasatı, tesadüfe ve tabiata isnad etmeye mecbûr olmuştur.
Kezalik, nizam-ı âlemdeki bütün hikmetlerin, faidelerin tam bir ihtiyara ve şamil bir ilme ve kâmil bir kudrete yaptıkları şehâdetten gaflet eden gafiller, sathî nazarlarınca, te’sir-i hakîkiyi esbâb-ı câmideye vermeye mecbûr kalmışlardır.