İşaratu-l İcaz | İcazı Kuran | 134
(122-138)

Bu ta’bir, üç ma’naya tatbik edilebilir:

Birincisi: Büyük ediblerdir. Bu ma’naya göre, onların muaraza ma’nasında “Bizim kuvvetimiz muarazaya kâfi değilse de, büyük edib ve hocalarımızın muarazaya kudretleri vardır” diye söyledikleri yalanı da, Kur’ân-ı Kerîm emriyle kesip atmıştır.

İkincisi: Muarazayı destekleyip şehâdet edenlerdir. Bu ihtimale nazaran, onların “Biz muarazaya girişsek bizi destekleyen, şehâdet eden yoktur” diye gösterdikleri bahâneyi de Kur’ân-ı Kerîm, müsaade vermek sûretiyle “Haydi şahidlerinizi de çağırınız, sizi takviye etsinler” diye o bahâneyi de yalana çıkartmıştır.

Üçüncüsü: Âlihe ma’nasınadır. Bu ma’naya nazaran, sanki Kur’ân-ı Kerîm onlara karşı “Yahu bu kadar taptığınız ilahlarınız varken, böyle dar ve sıkıntılı bir vaktinizde ne için onlardan yardım istemiyorsunuz? Onları çağırınız ki, bu muaraza belâsından sizi kurtarsınlar.” diye bu cümle ile onlara tehekküm etmiş, yüzlerine gülmüştür.

: İhtisası ifade eden şu izafe, kelimesinin her üç ma’nasına da bakar. Şöyle ki:

1- Mâdem ki büyük edib ve hocalarınız vardır, tabiî aranızda irtibat, hürmet ve muhabbet vardır ve yanınızda hazır olup, gaib de değillerdir. Eğer onların bu dehşetli muarazaya kudretleri olsaydı, herhalde yardım edeceklerdi. Demek onlar da sizler gibi âcizdirler, kusurlarına bakmayınız.

2- Muarazada sizleri destekleyecek, şehâdet edecek her kim olursa olsun kabul ederiz, çağırınız. Amma onlar böyle bedihü’l-butlan bir da’vada yalan şehâdete cesâret edemezler.

3- Ma’bûd ittihaz ettiğiniz âliheleriniz nasıl size yardım etmiyorlar? Onları da çağırınız bakalım. Fakat onlarda can yok, şuurları da olmadığı gibi, hiçbir şeye de kadir değillerdir. Onları da ma’zûr görünüz.

Yâni: Allah’tan maada. Bu kayıd, şühedanın birinci ma’nasına göre ta’mimi ifade eder.

Səs yoxdur