Lemalar | Onyedinci Lema | 135
(113-138)

Evet bir kal’ayı fetheden bir taburun ganimetini ve muzafferiyet ve şerefini, binbaşısı alamaz. Evet, üstad ve mürşid, masdar ve menba telâkki edilmemek gerektir. Belki mazhar ve ma’kes olduklarını bilmek lâzımdır. Meselâ: Hararet ve ziya, sana bir âyine vâsıtasiyle gelir. Senden Güneşe karşı minnetdar olmaya bedel, âyineyi masdar telâkki edip, Güneşi unutup, ona minnetdar olmak, divâneliktir. Evet âyine muhafaza edilmeli, çünkü mazhardır. İşte mürşidin ruhu ve kalbi bir âyinedir. Cenâb-ı Hak’tan gelen feyze ma’kes olur. Müridine aksedilmesine de vesîle olur. Vesîlelikten fazla feyiz noktasında makam verilmemek lâzımdır. Hatta ba’zı olur ki, masdar telâkki edilen bir üstad, ne mazhardır, ne masdardır. Belki mürîdinin safvet-i ihlâsiyle ve kuvvet-i irtibatiyle ve ona hasr-ı nazar ile o mürid başka yolda aldığı füyuzatı, üstadının mir’at-ı ruhundan gelmiş görüyor. Nasılki ba’zı adam, manyetizma vâsıtasiyle bir cama dikkat ede ede âlem-i misale karşı hayalinde bir pencere açılır. O âyinede çok garâibi müşahede eder. Halbuki âyinede değil, belki âyineye olan dikkat-i nazar vâsıtasiyle âyinenin haricinde hayaline bir pencere açılmış görüyor. Onun içindir ki, ba’zan nâkıs bir şeyhin hâlis müridi, şeyhinden daha ziyâde kâmil olabilir ve döner şeyhini irşad eder ve şeyhinin şeyhi olur.

ON DÖRDÜNCÜ NOTA: Tevhîde dâir dört küçük remizdir.

Birinci Remiz: Ey esbâbperest insan! Acaba garîb cevherlerden yapılmış bir acib kasrı görsen ki, yapılıyor. Onun binasında sarfedilen cevherlerin bir kısmı yalnız Çin’de bulunuyor. Diğer kısmı Endülüs’te, bir kısmı Yemen’de, bir kısmı Sibirya’dan başka yerde bulunmuyor. Binanın yapılması zamanında aynı günde şark, şimal, garb, cenubdan o cevherli taşlar kolaylıkla celbolup yapıldığını görsen; hiç şübhen kalır mı ki; o kasrı yapan usta, bütün Küre-i Arza hükmeden bir hâkim-i mu’cizekârdır.

İşte herbir hayvan, öyle bir Kasr-ı İlâhîdir. Husûsan insan, o kasırların en güzeli ve o sarayların en acîbidir. Ve bu insan denilen sarayın cevherleri; bir kısmı Âlem-i Ervahtan, bir kısmı Âlem-i Misalden ve Levh-i Mahfuzdan ve diğer bir kısmı da hava âleminden, nur âleminden, anasır âleminden geldiği gibi; hâcâtı ebede uzanmış, emelleri semavât ve arzın aktarında intişar etmiş, râbıtaları, alâkaları dünya ve âhiret edvarında dağılmış bir saray-ı acib ve bir kasr-ı garibdir.

İşte ey kendini insan zanneden insan! Mâdem mâhiyetin böyledir; seni yapan ancak o zât olabilir ki: Dünya ve âhiret birer menzil, arz ve sema birer sahife, ezel ve ebed dün ve yarın hükmünde olarak tasarruf eden bir zât olabilir. Öyle ise insanın ma’bûdu ve melcei ve halâskârı o olabilir ki; arz ve semaya hükmeder, dünya ve ukba dizginlerine mâliktir.

Səs yoxdur