Lemalar | Yirmiüçüncü Lema | 186
(176-194)

İşte aynı bu misal gibi: Sultân-ı Ezel ve Ebed’in hadsiz cünûdunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve o Ma’bûd-u Ezelî’nin muntazam bir mescidi olan şu kâinata; mahz-ı vahşet olan, inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultân-ı Ezelî’nin hikmetinden gelen nizamat-ı kâinatın ma’nevî kanunlarını, birer maddî madde tasavvur ederek ve Saltanat-ı Rubûbiyetin kavânin-i i’tibâriyesi ve o Ma’bûd-u Ezelî’nin şerîat-ı fıtriye-i kübrâsının, ma’nevî ve yalnız vücûd-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düstûrlarını birer mevcûd-u haricî ve maddî birer madde tahayyül ederek, Kudret-i İlâhîyyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücûd-u ilmîsi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine îcad vermek, sonra da onlara “tabiat” nâmını takmak ve yalnız bir cilve-i Kudret-i Rabbânîye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telakki etmek; misaldeki vahşiden bin def’a aşağı bir vahşettir!..

Elhâsıl: Tabiiyyunların, mevhum ve hakîkatsız tabiat dedikleri şey, olsa olsa ve hakîkat-ı hariciye sâhibi ise; ancak bir san’at olabilir, Sâni olamaz. Bir nakıştır, Nakkaş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şerîat-ı fıtriyedir, Şâri olamaz. Mahlûk bir perde-i izzettir, Hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, Fâtır bir fâil olamaz. Kanundur, kudret değildir; kâdir olamaz. Mistardır, masdar olamaz.

Elhasıl: Mâdem mevcûdât var. Mâdem On Altıncı Notanın başında denildiği gibi; mevcûdun vücûduna, taksim-i aklî ile dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. O dört cihetten üçünün herbirinin üç zâhir muhaller ile butlânı, kat’i bir sûrette isbat edildi. Elbette bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan vahdet yolu, kat’i bir sûrette isbat olunuyor. O dördüncü yol ise; baştaki

Âyeti, şeksiz ve şübhesiz bedahet derecesinde Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un Ulûhiyetini... ve her şey doğrudan doğruya dest-i kudretinden çıktığını ve Semavât ve Arz kabza-i tasarrufunda bulunduğunu gösteriyor.

Ey esbâbperest ve tabiata tapan bîçare adam! Mâdem herşeyin tabiatı, herşey gibi mahlûktur; çünkü san’atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnu’dur. Ve mâdem herşeyin vücûdu, pek çok cihâzât ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı îcad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlak’ın ne ihtiyacı var ki âciz vesâiti, Rubûbiyetine ve îcadına teşrik etsin.

Səs yoxdur