Tarihçe-i Hayat | ÖNSÖZ | 20
(5-20)

Edebî Cephesi:

Eskidenberi; lâfz ve ma’na, uslûb ve muhteva bakımından, edibler ve şâirler, mütefekkirler ve âlimler ikiye ayrılmışlardır. Bunlardan ba’zıları, sadece uslûb ve ifadeye, vezin ve kafiyeye kıymet vererek, ma’nayı ifadeye fedâ etmişlerdir. Ve bu hal de kendini ençok şiirde gösterir.

Diğer zümre ise; en çok ma’na ve muhtevaya ehemmiyet vererek özü söze kurban etmemişlerdir.

Artık Bediüzzaman gibi büyük bir mütefekkirin edebî cephesi bu küçük mukaddeme ile kolayca anlaşılır sanırım. Zîra üstad o kıymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibi ile değil, bilâkis kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, îman şuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumunun asırlara, nesillere telkini ile meşgul olan bir dâhîdir. Artık bu kadar ulvî bir gâyenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir “mücahid”, pek tabiidir ki, fâni şekillerle meşgul olamaz.

Bununla beraber, Üstad zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Ve bu sebeple, üslûb ve ifadesi, mevzua göre değişir. Meselâ: İlmî ve felsefî mevzularda mantıkî ve riyazî delillerle aklı ikna ederken, gâyet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlü mestedip, rûhu yükselteceği anlarda ifade o kadar berraklaşır ki tarif edilemez. Meselâ: Semalardan, Güneşlerden, yıldızlardan, mehtablardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecelli etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken, üslûb o kadar lâtif bir şekil alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır.. ve her tasvir, harikalar harikası bir âlemi canlandırır.

İşte bu hikmete mebnidir ki, bir Nur Talebesi “Risâle-i Nur Külliyatı” nı mütalâası ile –üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa– hissen, fikren, rûhen, vicdanen ve hayalen tam ma’nasiyle tatmin edilmiş oluyor.

Nasıl tatmin edilmez ki, “Risâle-i Nur Külliyatı”, Kur’ân-ı Kerîmin cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binâenaleyh, O’nda, o mübârek ve İlâhî bahçenin nûru, havası, ziyası ve kokusu vardır...

Rûhun bu ihtiyacını söyler akan sular,

Kur’âna her zaman beşerin ihtiyacı var...

Ali Ulvi KURUCU

Səs yoxdur