Tarihçe-i Hayat | GİRİŞ | 23
(21-29)

Hayatı, insanı hayrette bırakan çeşitli kahramanlıklarla dolu olmakla beraber; Hak’ta, Hak yolunda fâni olup, şahsından feragat etmede de mümtaz bir fedakâr olarak nazara çarpmaktadır. İlâhî bir inâyete mazhariyetle, dağ gibi engelleri aşıp; bu asrın yüzlerce menfi cereyanları karşısında kudsî dâvasını çekinmeyerek ilân edip selâmete çıkarması, kendisinin fâni şahsiyetinden tamamiyle feragat ettiğini, Hak yolunda fedâi olduğunu göstermektedir.

Evet; Said Nursî şahsî dehasiyle ve inâyet-i Hakla insanlık âleminde yeni bir çığır açmıştır. Bu zât, bütün isti’dâdını ve benliğini ezelî bir hakîkata feda ederek; bütün zamanlarda hükümran olan bu hakîkatı dâva etmiştir. Şahsında ve hizmetinde görünen bütün yüksek vasıf ve kemâlât, ancak kudsî dâvasından aksetmektedir. Nasılki binler ayna ortasında bulunan bir lâmba, nurânî ışığa mâlik olduğu için karşısındaki aynalar adedince külliyet kesbeder ve o kadar kıymet alır.

Zîra her bir aynada bir lâmba, ışığiyle beraber mevcuttur.. aynen öyle de, Bediüzzaman, şu kâinatın ve umum zamanların ma’nevî güneşi olan Kur’ân-ı Hakîme ve Dîn-i Mübîn-i İslâmın mübelliği Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih olmuştur. Ve onların ziyasına ma’kes Risâle-i Nurun zuhuruna, inkişafına vesîle olduğu için; eserinden ışık alan, dâvasından feyiz ve kuvvet alan yüz binler, hattâ milyonlarca insanın âyine-misal akıl, kalb ve ruhlarında ma’nen yaşamakta ve örnek bir insan, büyük bir mütefekkir olarak kabul ve yad edilmektedir.

İşte onu ma’nen yaşatan bu gibi kıymetlerdir. Dalâlet cereyanlarının karşısında ehl-i îman fedakârlarından büyük bir şahs-ı ma’nevî meydana çıkararak, muhkem bir sedd-i Kur’ânî ve îmanî tesis edip mü’minlerin nokta-i istinâdı olmasıdır. İnandığı kudsî dâvaya gösterdiği azim ve sebatla, mü’minlerin kalblerini ihtizaza vererek, ruhlarda İslâmî aşk ve heyecanı uyandırmasıdır. Fânilere perestiş eden bîçâre insanlara, bâki ve lâyemut bir hakîkatı gösterip nazarları oraya çevirmeğe çalışmasıdır. Vazîfesinin böyle ulviyeti ile beraber; -fakat beşeriyet îtibariyle- ubûdiyet vazîfesiyle de kendini herkesten ziyâde kusurlu, noksan ve âciz gören ve öyle bilen, dergâh-ı rahmette acz ve fakr ile niyaz eden ve insanlığa rahmeti, saadeti talep eden bir abd-i azizdir; bir fakir-i müstağnidir.

Səs yoxdur