Bediüzzaman, o harbde gönüllülere cesaret vermek için sipere girmeyerek avcı hattında dolaşırdı. Avcı hattında en ileride atını sağa sola koştururken, birden hatırına gelir ve rûhuna ilişir ki: “Şu anda şehit olsam; bu vazîyetim, yâni en ilerde göze çarpan şu halim, sakın mertebe-i şehâdetin bir esası olan ihlâsıma zarar vermesin, bir hodfuruşluk ma’nası olmasın” diyerek, birden atını döndürür ve arkadaşlarının yanına gelir. (Hâşiye).
Avcı hattında dolaşırken, vücûduna dört gülle isabet etmiş, fakat geri çekilmemiş ve gönüllülerin cesareti kırılmaması için sipere dahi girmemiştir. Hatta bunu işiten vali Memduh Bey ve kumandan Kel Ali, “Aman geri çekilsin!” diye haber gönderdikleri zaman demiş:
— Bu kâfirlerin güllesi beni öldürmeyecek...
Hakîkaten üç gülle, ölecek yerine isabet ettiği halde; biri hançerini, diğeri tütün tabakasını delip geçmiş ve kendisine bir zarar vermemiştir.
Geceleyin vali ve kumandan Kel Ali ve ahali kurtulduktan, gönüllüler ve askerler çekildikten sonra; bir kısım fedakâr talebeleriyle Bitlis’te bakiye kalan bir kısım biçâreler için, kendilerini feda etmek fikriyle kaçmazlar. Sabahleyin düşmanın bir taburu ile müsademe ederler, arkadaşlarının çoğu şehid olur.
Hâşiye: İşte; muharebenin şiddetli anında, hayat - memat mes’elesi vaktinde “Benim zâhiren kahramanlık gibi görünen bu vazîyetim hakîki ihlâsa aykırı olmasın?” diye düşünmesi kemâlât-ı insaniyenin bir misâlidir, denilebilir. Meydan-ı harbde, düşman karşısında, gülleler içerisinde; talebelerine cesaret vermek için en elzem bir kahramanlığı fiilen göstermek emeliyle avcı hattında atını sağa sola döndürürken, bu sûretle cesaret-i îmaniye ve şehamet-i İslâmiyeyi en âlâ bir derecede bir kumandan ma’nasiyle ifa ederken, rûhunda ve niyetinde en âlî ve safî bir mertebe-i kemâl olan sırr-ı ihlâsı kaçırmamayı ehemmiyetle düşünmesi ve dikkat kesilmesi; onun zâhiren takdire şâyan hizmet-i dîniyesi, fedakârane mücahedesi kadar, belki daha ziyâde, rûhunun kemâline de delâlet eder.
İşte, Molla Said bütün hayatının şehâdetiyle gerçi beynel-İslâm “Bediüzzaman”, “Sâhibüzzaman”, “Fahrüddeveran”, “Fatinülasır” ünvanlariyle yâdedilmiş; fakat bu hiçbir zaman hakîkatsız ve bir sözden ibâret değildir. Risâle-i Nur ile yaptığı muazzam hizmet-i îmaniye ve Kur’âniyesi ve teşkil ettiği hamiyet-i diniye ile serfiraz milyonlar fedakâr talebelerin kudsî şahs-ı ma’nevîsi, bir şâhid-i sâdık ve bir delil-i katı’dır...