Tarihçe-i Hayat | İkinci Kısım - Barla Hayatı | 172
(150-214)

Aziz kardeşlerim,

Ben şimdi Çam Dağında, yüksek bir tepede, büyük bir çam ağacının tepesinde, bir menzilde bulunuyorum. İnsten tevahhuş ve vuhuşa ünsiyet ettim. İnsanlarla sohbet arzu ettiğim vakit, hayâlen sizleri yanımda bulur, bir hasbihal ederim; sizinle müteselli olurum. Bir mâni olmazsa, bir-iki ay burada yalnız kalmak arzusundayım. Barlaya dönsem, arzunuz veçhile sizden ziyâde müştak olduğum şifahî bir musahabe çâresini arayacağız. Şimdi bu çam ağacında hâtıra gelen “İki-üç hâtırayı” yazıyorum.

Birincisi: Bir parça mahrem bir sırdır, fakat senden sır saklanmaz. Şöyle ki : Ehl-i hakîkatın bir kısmı nasılki İsm-i Vedûd’a mazhardırlar ve âzamî bir mertebede o ismin cilveleriyle, mevcûdatın pencereleriyle Vâcib-ül-Vücûd’a bakıyorlar.. öyle de: Şu hiç ender hiç olan kardeşinize, yalnız hizmet-i Kur’âna istihdamı hengâmında ve o hazine-i bînihayenin dellâlı olduğu bir vakitte, İsm-i Rahîm ve İsm-i Hakîm mazhariyetine medâr bir vaziyet verilmiş. Bütün Sözler, o mazhariyetin cilveleridir. İnşâallah o Sözler,


sırrına mazhardırlar.

İkincisi: Tarîk-ı Nakşî hakkında denilen “Der tarîk-ı Nakşibendî lâzım âmed çâr-ı terk; terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk” olan fıkra-i ra’nâ birden hâtıra geldi. O hâtıra ile beraber, birden şu fıkra tulû’ etti: “Der tarîk-ı acz-mendî lâzım âmed çâr çiz; fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak şevk-i mutlak ey aziz!” Sonra senin yazdığın: “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine ilâ âhir..” olan rengîn ve zengin şiir hâtırıma geldi. O şiir ile semanın yüzündeki yıldızlara baktım. “Keşki şair olsaydım, bunu tekmil etseydim” dedim. Halbuki şiir ve nazma isti’dâdım yokken yine başladım, fakat nazm ve şiir yapamadım; nasıl hutur etti ise öyle yazdım. Benim vârisim olan sen, istersen nazma çevir, tanzim et. İşte birden hâtıra gelen şu:

Səs yoxdur