Tarihçe-i Hayat | İkinci Kısım - Barla Hayatı | 175
(150-214)

Yâ Rab! Garîbem, bîkesem, zaîfem, nâtuvânem, alîlem, âcizem, ihtiyârem,

Bî-ihtiyârem, el’aman-gûyem, afüv-cûyem, meded-hâhem zider-gâhet İlâhî!

Birden; nûr-u îman, feyz-i Kur’ân, lûtf-u Rahman imdadıma yetiştiler. O beş karanlıklı gurbetleri, beş nurânî ünsiyet dâirelerine çevirdiler. Lîsanım,


söyledi. Kalbim,



Âyetini okudu. Aklım dahi ızdırabından ve dehşetinden feryad eden nefsime hitâben dedi:

Bırak biçâre feryâdı, belâdan kıl tevekkül. Zîra feryâd; belâ-ender, hatâ-ender belâdır bil.

Belâ vereni buldunsa eğer; safâ-ender, vefâ-ender, atâ-ender belâdır bil.

Mâdem öyle; bırak şekvâyı şükret, çün belâbil, demâ keyfinden güler hep gül mül.

Ger bulmazsan; bütün dünya cefâ-ender, fenâ-ender, hebâ-ender belâdır bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçücük bir belâdan. Gel tevekkül kıl.

Tevekkül ile belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün; o güldükçe küçülür eder tebeddül.

Hem üstadlarımdan Mevlânâ Celâleddin’in nefsine dediği gibi dedim :

Səs yoxdur