Yâni ki:
O vakit nefsim dahi : “Evet evet.. acz ve tevekkül ile, fakr ve ilticâ ile nur kapısı açılır, zulmetler dağılır. Elhamdülillâhi alâ nûril-îman vel-İslâm” dedi. Meşhur Hikem-i Atâiyyenin şu fıkrası :
Yâni: “Cenâb-ı Hakkı bulan, neyi kaybeder? Ve Onu kaybeden, neyi kazanır?”
Yâni: “Onu bulan herşey’i bulur, Onu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başına belâ bulur.” Ne derece âli bir hakîkat olduğunu gördüm ve
Hadîsinin sırrını anladım, şükrettim.
İşte kardeşlerim, karanlıklı bu gurbetler, çendan nur-u îmanla nurlandılar; fakat yine bende bir derece hükümlerini icra ettiler ve şöyle bir düşünceyi verdiler : “Mâdem ben garîbim ve gurbetteyim ve gurbete gideceğim, acaba şu misafirhanedeki vazîfem bitmiş midir? Tâ ki sizleri ve Sözler’i tevkil etsem ve bütün bütün alâkamı kessem...” fikri hâtırıma geldi. Onun için sizden sormuştum ki : “Acaba yazılan Sözler kâfi midir? Noksanı var mı ? Yâni : Vazîfem bitmiş midir ? Tâ ki rahat-ı kalble, kendimi nurlu, zevkli, hakîki bir gurbete atıp, dünyayı unutup, Mevlânâ Celâleddin’in dediği gibi:
deyip, ulvî bir gurbeti arayabilir miyim?” diye sizi o suâller ile tasdi’ etmiştim.
Said Nursî