Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 298
(281-398)

Biz baktık ki o ferman-ı âlî, Kur’ân-ı Azîmüşşan olarak çıktı. O halde, bu ma’na kalbe geldi: Demek, Kur’ân yüzünden Risâle-i Nur’un şahs-ı ma’nevîsi ve biz şâkirdleri bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız. Şimdi ta’biri ise, o fermanı temsil eden ma’sûmların kalemiyle ma’nevî tefsir-i Kur’ân’ı aldığımızdır. Bu ru’yanın şimdiki ta’biri çıkmadan bir iki saat evvel, Feyzi ile Emin’in gösterdikleri ta’bir dahi haktır ve ehemmiyetlidir. Hem bu medâr-ı sürur ve ferah olan hediye-i nurânîyeyi bir hiss-i kablelvuku ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki; o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin’in fıkrasında beyân edilen, ru’yayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç bir sürur hissedip, mütemadiyen bir bahâne ile ferahımı izhar edip otuz-kırk def’a tebessüm ile güldüm. Ben ve hem Feyzi, çok taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde bir def’a gülmeyenin, bir günde otuz def’a gülmesi, bizleri hayrette bıraktı.

Şimdi anlaşıldı ki, o sürur ve o sevinç; mezkûr ma’nevî fermanı temsil eden ma’sûmlar ve ümmîlerin kalemlerinin yazıları, nesl-i âtînin sahâif-i hayatlarına, Âlem-i İslâm’ın sahife-i mukadderatına ve ehl-i îmanın istikbâlinin defterlerine neşr-i envâr edecek olan ve o ma’sûmların hâlis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a’mâlimize hasenatları yazılıp kaydedilmesinin ve Risâle-i Nur Şâkirdlerinin mukadderatının mes’ûdane idamesinin haberini veren, o daha gelmeyen hediyeden geliyordu. Benim o azîm yekûndan hisseme düşen binden bir cüz’ü ruhen hissedilmiş, beni mesrûrane heyecana getirmişti. Evet, böyle yüzer ma’sûmların makbul amelleri ve reddedilmez duâları, sâir kardeşlerimin defterlerine geçmesi misillü, benim gibi bir günahkârın sahife-i a’mâline dahi girmesi binler sürur ve sevinç verir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerâit altında, böyle ma’sûmane ve kahramanâne çalışmak için biz, hem ma’sûmları ve o ümmileri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve vâlidelerini tebrik, hem köylerini tebrik, hem memleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu’yu tebrik ederiz. Mübârek ma’sûmların ve ümmilerin herbirine birer husûsi teşekkürnâme ve tebriknâme yazmak elimden gelseydi, yazacaktım. Öyle ise bu arzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir dâire sûretinde yazacağım, duâ vaktinde bakacağım; hem onları Risâle-i Nur’un has şâkirdleri dâiresine dâhil edip bütün ma’nevî kazançlarıma hissedar edeceğim.

Səs yoxdur