Tarihçe-i Hayat | Dördüncü Kısım - Kastamonu Hayatı | 318
(281-398)

orucun tatlı açlığını çekmedikleri ve zenginlere gelen hasaret ve zâyiatın sebebi de, zekât yerinde ihtikâr etmeleridir. Ve Anadolu’nun bir meydan-ı harb olmamasının sebebi,



kelime-i kudsiyesinin hakîkatını fevkalâde bir sûrette yüzbin insanların kalblerine tahkikî bir tarzda ders veren Risâle-i Nur olduğunu, pek çok emârelerle ve şâkirdlerinden binler ehl-i hakîkat ve dikkatin kanaatları isbat eder.


* * *

RİSÂLE-İ NURUN KÜÇÜK VE MA’SÛM ŞÂKİRDLERİ

Aziz Sıddık Kardeşlerim,

Risâle-i Nurun küçük ve ma’sûm şâkirdlerinden elli-altmış talebenin yazdıkları nüshalar bize de gönderilmiş. Biz de, o parçaları üç cild içinde cemettik. Hem o ma’sûm şâkirtlerin ba’zılarını, isimleriyle kaydettik. Meselâ: Ömer, on beş yaşında; Bekir, dokuz yaşında; Hüseyin, on bir yaşında; Hâfız Nebi, on dört yaşında; Mustafa, on dört yaşında; Mustafa, on üç yaşında; Ahmed Zeki, onüç yaşında; Ali, on iki yaşında; Hâfız Ahmed, on iki yaşında... Bu yaşta daha çok çocuklar var, uzun olmasın diye yazılmadı. İşte bu ma’sûm çocukların, Risâle-i Nur’dan aldıkları derslerinin ve yazdıklarının bir kısmını bize göndermişler. Biz de onların isimlerini bir cetvelde dercettik. Bunların, bu zamanda, bu ciddî çalışmaları gösteriyor ki; Risâle-i Nur’da öyle ma’nevî bir zevk ve câzibedar bir nur var ki, mekteplerdeki çocukları okumağa şevkle sevketmek için îcad ettikleri her nevi eğlence ve teşviklere galebe edecek bir lezzet, bir sürur, bir şevk Risâle-i Nur veriyor ki, çocuklar böyle hareket ediyorlar. Hem bu hal gösteriyor ki, Risâle-i Nur kökleşiyor. İnşâallah daha hiçbir şey onu koparamıyacak. Ensal-i âtiyede devam edecek.

Aynen bu ma’sûm küçük şâkirdler gibi, Risâle-i Nurun cazibedar dâiresine giren ümmî ihtiyarların dahi, kırk-elli yaşından sonra Risâle-i Nurun hatırı için yazıya başlayıp yazdıkları kırk-elli parçayı, iki-üç mecmûa içinde dercettik.

Səs yoxdur