Acaba, kâinatın ehemmiyetli netice-i hilkatı ve zeminin halifesi ve zîhayatların isti’dâdca en cem’iyetli ve yükseği olan nev’-i beşerin en müstakîmleri, en sâdık ve musaddak mürşidleri ve kemâlâtta reisleri olan mezkûr o dört tâifenin icma’ ve ittifakla îman edip haber verdikleri ve kâinatı bütün mevcûdâtıyla delil gösterip hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakîn itikad ettikleri ve sarsılmaz kanaat getirdikleri bir hakîkatı tanımayan ve inkâr eden, hadsiz bir cinayet ve nihayetsiz bir azaba müstehak olmaz mı?
Sekizinci Kelime:
’dir. Bundaki hüccete kısa bir işârettir:
Evet tarih-i beşer ve kütüb-ü mukaddese, tevatürlere ve küllî ve kat’i hâdisat ve ma’lûmat ve müşahedat-ı beşeriyeye istinâden bil’ittifak, sarih ve kat’i bir sûrette haber veriyorlar ki: Sırat-ı müstakîm ehli olan Peygamberlere (Aleyhimüsselâm) binler vakıatta istimdadlarına hârika bir tarzda gaybî imdâd gelmesi ve onların istedikleri aynen verilmesi ve düşmanları olan münkirlere yüzer hâdisatta aynı zamanda gadab gelmesi ve semavî musîbet başlarına inmesi kat’i şeksiz gösterir ki; bu kâinatın ve içindeki nev’-i beşerin Hakîm ve Âdil ve Muhsin ve Kerîm ve Aziz ve Kahhar bir Mutasarrıfı, bir Rabbi var ki; Nuh ve İbrahim, Musa ve Hud ve Sâlih gibi (Aleyhimüsselâm) çok nebilere pek hârika bir sûrette tarihî ve geniş hâdiselerle muzafferiyet ve necatları vermiş ve Semud ve Âd ve Fir’avun kavimleri gibi çok zalimlere ve münkirlere dahi, peygamberlere isyanlarına mukabil dünyada dahi bir ceza olarak, başlarına dehşetli semavî musîbetler indirmiş.
Evet Âdem (A.S.) zamanından beri, beşeriyette iki cereyan-ı azîm birbiriyle çarpışarak gelmiş. Biri, istikamet yolunu takib ile ni’met ve saadet-i dâreyne mazhar olan ehl-i nübüvvet ve salahat ve îman; kâinatın hakîki güzelliğine ve intizam ve kemâline mutabık olarak istikamette hareket ettiklerinden,