[Risâle-i Nur nedir ve hakîkatlar müvacehesinde Risâle-i Nur ve Tercümanı ne mahiyettedirler diye bir takriznamedir]
Her asır başında hadîsçe geleceği tebşir edilen dinin yüksek hâdimleri; emr-i dinde mübtedi’ değil, müttebi’dirler. Yâni, kendilerinden ve yeniden bir şey ihdas etmezler, yeni ahkâm getirmezler. Esasat ve ahkâm-ı diniyeye ve sünen-i Muhammediyeye (A.S.M.) harfiyen ittiba’ yoliyle dini takvim ve tahkim ve dinin hakîkat ve asliyetini izhar ve ona karıştırılmak istenilen ebâtılı ref’ ve ibtal, ve dine vâki tecavüzleri redd ve imha ve evamir-i Rabbânîyeyi ikame ve ahkâm-ı İlâhîyenin şerafet ve ulviyetini izhar ve ilân ederler. Ancak tavr-ı esasîyi bozmadan ve ruh-u aslîyi rencide etmeden yeni îzah tarzlariyle, zamanın fehmine uygun yeni iknâ usûlleriyle ve yeni tevcihat ve tafsilât ile îfa-i vazife ederler.
Bu me’murîn-i Rabbânîye, fiiliyatlariyle ve amelleriyle de me’muriyetlerinin musaddıkı olurlar. Salâbet-i îmaniyelerinin ve ihlaslarının âyinedarlığını bizzât îfa ederler. Mertebe-i îmanlarını fiilen izhar ederler. Ve ahlâk-ı Muhammediyenin (A.S.M.) tam âmili ve mişvar-ı Ahmediyenin (A.S.M.) ve hilye-i Nebeviyenin (A.S.M.) hakîki lâbisi olduklarını gösterirler. Hulâsa: Amel ve ahlâk bakımından ve sünnet-i Nebeviyeye (A.S.M.) ittiba ve temessük cihetinden ümmet-i Muhammed’e (A.S.M.) tam bir hüsn-ü misal olurlar ve nümûne-i iktida teşkil ederler. Bunların, Kitabullah’ın tefsiri ve ahkâm-ı diniyenin îzahı ve zamanın fehmine ve mertebe-i ilmine göre tarz-ı tevcihi sadedinde yazdıkları eserler, kendi tilka-yı nefislerinin ve kariha-i ulviyelerinin mahsulü değildir, kendi zekâ ve irfanlarının neticesi değildir. Bunlar, doğrudan doğruya menba-i vahy olan Zât-ı Pâk-i Risâlet’in (A.S.M.) ma’nevî ilham ve telkinatıdır. “Celcelutiye” ve “Mesnevî-i Şerif” ve “Fütuh-ul Gayb” ve emsali âsâr hep bu nevidendir. Bu âsâr-ı kudsiyeye o zevat-ı âlişan ancak tercüman hükmündedirler. Bu zevât-ı mukaddesenin, o âsâr-ı bergüzidenin tanziminde ve tarz-ı beyânında, bir hisseleri vardır; yâni bu zevat-ı kudsiye, o ma’nanın mazharı, mir’atı ve ma’kesi hükmündedirler.