Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Risale-i Nur’dan fıkralar ve mektublar | 10
(1-21)
Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayininiz var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur” dedi. “Çünki yiyeceğinize karşı Cenab-ı Hak gönderecek.”
Yemek yemekten affımızı rica etmiş isek de emretti: “Rızkınızı yeyin, bana gelir.” Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeğe başladık. Daha sofrada iken, ümid edilmeyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda; bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz mikdarda (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiç bir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risalet-ün Nur şakirdlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek, tayin ciheti galebe etti. Tayin temini ise, mizan ile olur.” Sonra aynı akşamda, sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki, ekmek on misli, tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısı çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli; me’mul hilafında, Risalet-ün Nur’dan İkinci Şua’ın bir hafta mütalaasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Demek, kabak tatlısının tatlılığı, tereyağın un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.
Risale-i Nur şakirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi; hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini -Isparta’da olduğu gibi- burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından beş-altısını beyan ediyoruz:
Birincisi: Ben -yani Tahsin- bir gün, yeni açtığımız dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tenbellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, tebdil edilmek için emanet olmak üzere yüz lira verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu parayı sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevab ve muahazeye maruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek îcab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle, yine Risalet-ün Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.
İkincisi: Üstadımıza ve Risalet-ün Nur’a dört-beş sene hizmet eden ve okutturan ve cidden tarafdar bulunan bir zât, elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nur’un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiblerine tarafdarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstadımın canı çok sıkıldı. Bir-iki gün sonra şiddetli fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: “Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var.” O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişerek çabuk kurtuldu.
Üçüncüsü: Bir memur, Risalet-ün Nur’u kemal-i iştiyakla okurdu. Hem Üstad ile görüşmeye ve tam ders almağa çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka şehre giderken, birden sebebsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevk ile başladı.
Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zât Risalet-ün Nur’u kemal-i takdir ile okur, yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi, şefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefatla ve iki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmetine bakan bir zât, birden sadakatını bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.
Altıncısı: Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokadı şimdilik kaldı.
Bu vukuat nev’inden hem çok var, hem Risale-i Nur’a karşı kusura binaen tokat olduğundan, kat’iyyen şübhemiz kalmadı.
Hem Risale-in Nur’un sühuletle intişarının bir kerametini, bu mektubu yazdığımız zamanda ve yemekteki keramet dakikasında gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Ehemmiyetli yedi-sekiz risale ve İşarat-ı Kur’aniye Şua’ını mühim bir mektubla beraber bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize bir şehre göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri, münafıklar, casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçti. Kanaatımız geldi ki, bir inayet bizi himaye ediyor.
Hem Risale-in Nurun hakkında inayet-i Rabbaniyenin latif bir himayeti şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda, casusların ve taharri memurlarının tecessüsleri Üstadımızın menzilini sarması dakikasında, bir fare Üstadımızın bir çorabını aldı. Ne kadar aradık, hiç bir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük. Kabil değil çorap oraya giremez. İki gün sonra gördük ki, o hayvan o çorabı getirmiş öyle yere ki; saklanmış, muhteviyatı unutulmuş olan mahrem mektubların ve evrakların tam yanında bırakılmış. Halbuki iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek; soba borusuna çıkıp yukarıdan olur. Gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi yapar. Hiç bir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından Üstadımız dedi: “Bu mektubları oradan kaldıracağız.” Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat vehham casuslara, aleyhimizde habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden yalnız ikinci gün, Emin elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında karakol komiseri, gizli, hissettirmeden girdi. Emin’in elinde kitablar yerinde yoğurdu gördü, tavrını değiştirdi.
Elhasıl: Risalet-ün Nur’un intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, plânlarını zîr ü zeber etti.
Yemek yemekten affımızı rica etmiş isek de emretti: “Rızkınızı yeyin, bana gelir.” Emrini kırmamak için, lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeğe başladık. Daha sofrada iken, ümid edilmeyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda; bir adam geldi, elinde yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz mikdarda (fındık kadar) tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiç bir cihette tesadüfe mahal kalmayarak, Risalet-ün Nur şakirdlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek, tayin ciheti galebe etti. Tayin temini ise, mizan ile olur.” Sonra aynı akşamda, sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki, ekmek on misli, tereyağı tatlısı o da on misli ve kabak tatlısı çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli; me’mul hilafında, Risalet-ün Nur’dan İkinci Şua’ın bir hafta mütalaasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi, gözümüzle gördük. Demek, kabak tatlısının tatlılığı, tereyağın un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.
Risale-i Nur şakirdlerinin, hüsn-ü hizmetine acele bir mükâfat gördükleri gibi; hizmette kusur edenler dahi tokat yediklerini -Isparta’da olduğu gibi- burada dahi gözümüzle gördük. Pek çok vukuatından beş-altısını beyan ediyoruz:
Birincisi: Ben -yani Tahsin- bir gün, yeni açtığımız dükkân meşgalesiyle bana emrolunan vazife-i Nuriyeyi tenbellik edip yapamadım. Aynı vakitte şefkatli bir tokat yedim. Dükkânda otururken birisi bana geldi, tebdil edilmek için emanet olmak üzere yüz lira verdi. Bu paranın sahibine, Allah için bir hizmet yapmak üzere tebdil için maliye sandığına gittim. Bu parayı sayarken, aralarında bir kalp lira bulundu. Bu yüzden ifadeye, sual ve cevab ve muahazeye maruz kaldığım gibi, evimizi de taharri etmek îcab etti. Beni mahkemeye verdiler. Fakat terbiye ve şefkat tokadı olmak cihetiyle, yine Risalet-ün Nur kerametini gösterdi, zararsız kurtulduk.
İkincisi: Üstadımıza ve Risalet-ün Nur’a dört-beş sene hizmet eden ve okutturan ve cidden tarafdar bulunan bir zât, elinde dine ait bir gazete ile geldi. Risale-i Nur’un mesleğine muhalif bir cereyanın sahiblerine tarafdarane bir tavır gösterdiği zaman, Üstadımın canı çok sıkıldı. Bir-iki gün sonra şiddetli fakat şefkatli bir tokat yedi. Bir doktor ona dedi ki: “Eğer ameliyat yaptırmazsan yüzde yüz ölüm var.” O da bilmecburiye ameliyat yaptırdı. Fakat şefkat ciheti imdada yetişerek çabuk kurtuldu.
Üçüncüsü: Bir memur, Risalet-ün Nur’u kemal-i iştiyakla okurdu. Hem Üstad ile görüşmeye ve tam ders almağa çalışıyordu. Birden bir komiser tarafından ona evham verildi. O da görüşmeyi ve okumayı bırakıp başka şehre giderken, birden sebebsiz bir tarzda bir ayağı kırıldı, bir ay çekti. Yine şefkat yâr oldu ki, şimdi tekrar okumaya şevk ile başladı.
Dördüncüsü: Ehemmiyetli bir zât Risalet-ün Nur’u kemal-i takdir ile okur, yazardı. Birden sebatsızlık gösterdi, şefkatsiz bir tokat yedi. Gayet meftun olduğu refikası vefatla ve iki oğlu da başka yere gitmesiyle acınacak bir hale girdi.
Beşincisi: Dört senedir Üstadın çarşı işinde hizmetine bakan bir zât, birden sadakatını bırakıp mesleğini değiştirdi. Birden şefkatsiz bir tokat yedi. Bir senedir daha çekiyor.
Altıncısı: Bir hocaya ait bir hâdisedir. Belki helâl etmez. Biz de onu görmüyoruz. Tokadı şimdilik kaldı.
Bu vukuat nev’inden hem çok var, hem Risale-i Nur’a karşı kusura binaen tokat olduğundan, kat’iyyen şübhemiz kalmadı.
Risale-i Nur şakirdlerinden
Emin, Tahsin, Hilmi
Evet tasdik ediyorum
Said Nursî
Emin, Tahsin, Hilmi
Evet tasdik ediyorum
Said Nursî
Hem Risale-in Nur’un sühuletle intişarının bir kerametini, bu mektubu yazdığımız zamanda ve yemekteki keramet dakikasında gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Ehemmiyetli yedi-sekiz risale ve İşarat-ı Kur’aniye Şua’ını mühim bir mektubla beraber bir torbada ehemmiyetli bir kardeşimize bir şehre göndermiştik. Şoför o paketi düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri, münafıklar, casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün sonra elimize geçti. Kanaatımız geldi ki, bir inayet bizi himaye ediyor.
Hem Risale-in Nurun hakkında inayet-i Rabbaniyenin latif bir himayeti şudur ki: Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda, casusların ve taharri memurlarının tecessüsleri Üstadımızın menzilini sarması dakikasında, bir fare Üstadımızın bir çorabını aldı. Ne kadar aradık, hiç bir yerde bulamadık. O farenin yuvasını gördük. Kabil değil çorap oraya giremez. İki gün sonra gördük ki, o hayvan o çorabı getirmiş öyle yere ki; saklanmış, muhteviyatı unutulmuş olan mahrem mektubların ve evrakların tam yanında bırakılmış. Halbuki iki defa oraya bakmıştık, görememiştik. Hem o çorabı o yere getirmek; soba borusuna çıkıp yukarıdan olur. Gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi yapar. Hiç bir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından Üstadımız dedi: “Bu mektubları oradan kaldıracağız.” Biz onlara baktık, gerçi siyasetle alâkaları yoktur. Fakat vehham casuslara, aleyhimizde habbeyi kubbe yapmaya ehemmiyetli bir vesile olurdu. Biz hem onları, hem daha bahaneye medar olabilen başka şeyleri kaldırdık. O heyecanımızdan casuslar haber alıp anladılar ki, hazırlandık. Daha hücum etmeden yalnız ikinci gün, Emin elinde bir torba ile menzile girdi. Tam arkasında karakol komiseri, gizli, hissettirmeden girdi. Emin’in elinde kitablar yerinde yoğurdu gördü, tavrını değiştirdi.
Elhasıl: Risalet-ün Nur’un intişarına karşı gelen düşman ve casuslara mukabil bir tek fare çıktı, plânlarını zîr ü zeber etti.
Evet Tevfik Evet Ahmed Evet Tahsin Evet Hilmi Evet Feyzi Evet Said Nursî
Dinle
-