Sikke-i Tasdik-i Gaybi | Birinci Şua,Sekizinci Şua,Sekizinci Lema | 17
(1-68)
        Birincisi: İslâmlar içinde, dellâllar elinde teşhir suretinde gezdirmeye lâyık olan Risale-i Nur, maatteessüf gayet gizli perde altında intişar ve istitara mecbur olmasına işareten İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, iki defa سِرًّا بَيَانَةً ve سِرًّا تَنَوَّرَتْ kelimeleriyle سِرًّا yani gizli intişar edebilir. Müteaccibane haber veriyor.
        İkincisi: Risale-i Nur, İsm-i A’zam cilvesiyle ve İsm-i Rahîm ve Hakîm’in tecellisiyle zuhur ettiğinden imtiyazlı hâssası “Allahü Ekber”den iktibasen celal ve kibriya ve  بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِden istifazaten merhamet ve şefkat, وَ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ den istifadeten hikmet ve intizamın esasları üzerine gidiyor. Onun ruhu ve hayatı onlardır. Sair meşreblerdeki aşk yerinde, Risale-i Nur’un meşrebinde müştakane şefkattir ve re’fetkârane muhabbettir. Nasılki Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) sarih bir surette Siracünnur’un tarih-i te’lifini ve tekemmül zamanını ve meşhur ismini تُقَادُ سِرَاجُ النُّورِ fıkrasıyla haber vermiş. Öyle de بِنُورِ جَلاَلٍ بَازِخٍ وَ شَرَنْطَخٍ ilâ âhir.. fıkrasıyla da Siracünnur’un esaslarından haber veriyor. Çünki جَلاَلٍ بَازِخٍ izzet, azamet ve celal ve kibriyadır. شَرَنْطَخٍ Süryanîce Rauf ve بَرْكُوتٍ Rahîm’dir. Demek Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh Siracünnur’u tarif ediyor. Hayatını ve nurunu, kibriya ve azamet ve re’fet ve rahîmiyetten alıyor diye mümtaz hâsiyetini beyan eder.
        Üçüncüsü: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bu fıkrada بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ cümlesiyle diyor ki: Bin üçyüz ellidörtte (1354) Siracünnur -yani, Risale-i Nur’un nuru- ile dalaletin tecavüz eden nârı inşâallah sönecek. Yani, fitne-i diniye ateşini ya tahribattan vazgeçirecek veya ileri tecavüzatını kıracak. Eğer Hicri tarihi olsa, bundan iki sene evvel; “dini dünyadan tefrik” fırsatından istifade ile, dinin ve Kur’anın zararına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı tevakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bulunmasındandır. O sed ise, bu zamanda çok intişar eden Risale-i Nur’un keskin hüccetleri ve kuvvetli bürhanları olduğu, çok emareler ile hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimaldeki işaret-i Aleviye dahi onu teyid ediyor. (Haşiye)
Evet cifirce بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ : خ altıyüz, ت dörtyüz, ر ikiyüz, şeddeli ن yüz, م kırk, د ve üç elif yedi, بِهِ deki ب iki, هـ beş, yekûnü bin üçyüz ellidört (1354) eder.
        Lillahilhamd Siracünnur’un El-Âyet-ül Kübra’sı gibi çok risaleleri var. Herbiri kuvvetli birer lâmba hükmünde sırat-ı müstakimi gösterip İmam-ı Ali Radıyallahü Anh’ın haberini tasdik ettiriyorlar.
        Bu üçüncü sırrın münasebetiyle aynen بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ gibi bin üçyüz ellidört (1354) tarihine makam-ı cifrîsiyle bakan ve Said’in (R.A.) iki maruf lâkabına remzen ve ismen îma eden ve “Kendini muhafaza et” emrini veren ve o tarihte herkesten ziyade müteaddid tehlikelere maruz bulunacağını telvih eden “Ercuze”nin âhirlerindeki
فَاسْئَلْ لِمَوْلاَكَ الْعَظِيمِ الشَّانِ
يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ
بِاَنْ يَقِيكَ شَرَّ تِلْكَ الْفِتْنَةِ
وَ شَرَّ كُلِّ كُرْبَةٍ وَ مِحْنَةٍ
       fıkrasıyla diyor: “Ya Said-el Kürdî! Bin üçyüz ellidört (1354) tarihine yetişirsen Mevlâ-yı Azîminden, o zamanın ve o asrın fitne ve şerlerinden muhafazanı iste ve yalvar.” Evet Onsekizinci Lem’ada Birinci Keramet-i Aleviye’nin izahında, Kaside-i Ercuziye’nin Risale-i Nur ve müellifine dair işarat-ı gaybiyesi beyan edilmiş. İsm-i a’zam ve sekine tabir ettiği esma-i sitte-i meşhure ile daima meşgul olan bir şakirdiyle konuştuğu ve teselli verdiği ve çok emareler ve karinelerle o şakird, Said olduğu isbat edilmiş. Ve orada o şakirdine demiş: اَحْرُفُ عُجْمٍ سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا بِتَّ بِهَا اْلاَمِيرُ وَالْفَقِيرَا Yani, ecnebi hurufları bin üçyüz kırksekizde (1348) tamim edilecek, çoluk-çocuk, emirler ve fakirler icbar suretinde gece dersleriyle öğrenmeye çalışacaklar.
        Evet سُطِّرَتْ تَسْطِيرًا cümlesi tam tamına; iki ت sekizyüz, iki س yüz yirmi, iki ر dörtyüz, iki ط onsekiz, bir ى on, mecmuu bin üçyüz kırksekizdir. Aynı tarihte Latinî huruflarına gece dersleriyle cebren çalıştırıldı.
        Sonra İmam-ı Ali (R.A.) Sekine ile meşgul olan Said’e (R.A.) bakar, konuşur. Akabinde يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ der. İki-üç yerde kuvvetli işaret ile Said (R.A.) ismini verdiği şakirdine hitaben “Kendini Sekine ile dua edip muhafazaya çalış.” Ya-i nidaîden sonra müteaddid karineler ve emareler ile Said var. Demek يَا سَعِيدُ مُدْرِكًا لِذلِكَ الزَّمَانِ olur. Bu fıkra nasılki مُدْرِكًا kelimesiyle “El-Kürdî” lâkabına hem lafzan hem cifren bakar. Çünki mimsiz دركًا Kürd kalbidir. (1) Mim ise, “lâm” ve “ye”ye tam muvafıktır. Öyle de; diğer bir ismi olan Bedîüzzaman lâkabına dahi “ez-zaman” kelimesiyle îma etmekle beraber, bin üçyüz ellidört (1354) veya bin üçyüz ellibeş (1355) makam-ı cifrîsiyle Said’in (R.A.) hakikat-ı halini ve hilaf-ı âdet vaziyetini ve hıfz u vikaye için kesretli duasını ve halvet ve inzivasını tamamıyla tabir ve ifade ettiğinden sarahata yakın bir surette parmağını onun başına o kasidede teselli için basıyor. Burada da بِهِ النَّارُ اُخْمِدَتْ sırrına mazhar olan Risale-i Nur’u alkışlıyor.
--------------------------------------------------------------------
(Hâsiye): Hem de inna a'teyna ð nın sırrı kısmen tahakkuk etmis. Çünki Süfyaniyetin dört rüknünden en kuvvetlisi ve dehsetlisi bütün bütün çekildi.Kabir altında azap çekiyor. Ve en büyügü dahi alakası bilfiil çekilmis. Mason komitesinin mahkumu ve âleti olup azabiyle mesguldür. Yalnız onun gölgesi hükmediyor. ileri tecavüz etmemekle beraber kısmen geriliyor. Bakî kalan iki sahıs ise ellerinden gelse tâmire çalısacaklar.
Dinle
-