Demek o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dâr-ı saadet olacaktır. Yoksa gündüzü ışığıyla dolduran Güneşin vücûdunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücûdunu inkâr etmek lâzımgelir. Çünki; bir daha dönmemek üzere zevâl ise; şefkati, musibete; muhabbeti, hırkate; ve ni’meti, nıkmete; ve aklı, meş’um bir âlete; ve lezzeti, eleme kalbettirmekle hakîkat-ı rahmetin intifası lâzımgelir. Hem o Celâl ve İzzete uygun bir dâr-ı mücazât olacaktır. Çünki; ekseriyâ zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor, te’hir ediliyor. Yoksa, bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azablar gösteriyor ki; insân başı boş değil. Bir celâl ve gayret sillesine her vakit mâruzdur. Evet hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcûdât içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da; insânın Rabbi de insâna bu kadar muntâzam masnûâtıyla kendini tanıttırsa; mukabilinde insân îman ile O’nu tanımazsa… Hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse; mukabilinde insân ibâdetle kendini O’na sevdirmese... Hem bu kadar bu türlü ni’metleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse; mukabilinde insân şükür ve hamdle O’na hürmet etmese; cezasız kalsın! Başı boş bırakılsın! O izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl bir dâr-ı mücâzât hâzırlamasın! Hem hiç mümkün müdür ki; O Rahmân-ı Rahîm’in kendini tanıttırmasına mukabil; îman ile tanımakla ve sevdirmesine mukabil, ibâdetle sevmek ve sevdirmekle ve rahmetine mukâbil, şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dâr-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyyeyi vermesin!
ÜÇÜNCÜ HAKîKAT: Bâb-ı Hikmet ve Adâlet olup, İsm-i Hakîm ve Âdil’in cilvesidir.
Hiç mümkün müdür ki; (Hâşiye) Zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizâm, adâlet ve mizanla Rubûbiyyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl, Rubûbiyyetin cenah-ı himayesine iltica eden ve hikmet ve adâlete îman ve ubûdiyyetle tevfîk-i hareket eden mü’minleri taltif etmesin!
Hâşiye: Evet, “Hiç mümkün müdür ki”: Şu cümle çok tekrar ediliyor. Çünki, mühim bir sırrı ifade eder. Şöyle ki: Ekser küfür ve dalalet; istib’addan ileri gelir. Yâni akıldan uzak ve muhal görür, inkâr eder. İşte Haşir Söz’ünde kat’iyyen gösterilmiştir ki; hakikî istib’ad, hakikî muhaliyet ve akıldan uzaklık ve hakikî suûbet, hattâ imtina’ derecesinde müşkilât, küfür yolundadır ve dalâletin mesleğindedir. Ve hakikî imkân ve hakikî makuliyyet, hattâ vücûb derecesinde sühulet; îman yolundadır ve İslâmiyet caddesindedir.
Elhasıl, ehl-i felsefe istib’ad ile inkâra gider. Onuncu Söz, istib’ad hangi tarafta olduğunu o tâbir ile gösterir. Onların ağızlarına bir şamar vurur.